Ekolojik Okuryazar kimdir? doğanın ilkelerini ve sınırlarını bilen ve doğayla uyumlu yaşamayı ilke edinmiş kişidir, denebilir kısaca.
Yeryüzü neresidir?
Yeryüzünü ne kadar tanıyoruz?
Bitkilerin ve ağaçların dili var mıdır? Bize anlatmak istedikleri neler olabilir eğer konuşabiliyorlarsa?
Doğada sahip olduğumuz her şey sınırsız mıdır?
Doğa, yaşamının devamını, sürekliliğini sağlamak için nasıl bir sisteme sahiptir?
Ürettiğimiz ve tükettiğimiz ürün ve hizmetlerin doğaya ve insana etkilerini biliyor muyuz? Bilmek istiyor muyuz?
Doğa, bizim hegamonyamızla yaptıklarımıza rağmen; varlığını nasıl bir mücadeleyle korumaya çalışıyor?
Bu kısacık tanım ve gelen sorularla alsında kendimize çok yabancılaştırdığımız ve ötekileştirdiğimiz bir yaşamın içinde olduğumuzu ayrımsayabiliyoruz.
Yabancıyız ve bu yabancılaşma kendi yaşadığımız insan toplumumuz içinde olduğu gibi; kendimizin dışındaki canlıları da kapsıyor. Biz, her şeyi ötekileştiriyoruz… Bazen bilerek bazen hiç farkında olmadan.
Peki nedir bu ötekileştirmek? Geniş kapsamlı bir soru ve yanıtları çok farklı. Yerine, ortamına, kişiye göre değişen… Ve ben kendime de sıkça soruduğum bu soruları, sizinle paylaşıyorum. Cevabı, her daim aklımda evirip çevirdiğim; boşa koyduğumda dolmayan, dolu ise almayan…
Köy yaşamından gelenler ve “köylü” dediğimiz oysa bana göre, doğayla ve gerçek yaşamla iç içe olan insanlara sorsak bu soruları alacağımız cevaplar çok kesin ve nettir. “Yaşam kaynağım”, “Varlığımı sürdürmek için beni besleyen, koruyan, gözeten ve en önemlisi sürekli VEREN…”
Oysa bunun anlamını bilmek bir tarafa; varlığından haberdar olmayan nice insanlar var ve onlarda bu “ötekileştirme” furyasının içinde. Moda gibi… En son “modayı”, “hit” parçaları, “teknolojiyi”, bilgisayarın ve diğer pek çoğunun en küçük parçasına kadar anlatabilecek nice çocuk, genç, orta yaş ve yaşlılar varken; “ekolojik okuryazarlığın” ne olduğunu ve hangi anlamlara geldiğini bile bilmeyen bir toplumda yaşıyoruz.
Kendimi de bu cahillikten uzak tutmam ama… Sonuçta ne kadar bilsem, olmak istediğim kadar bilinçli olduğumu düşünmüyorum. Ötekileştirmek, ötekileştirmek ve gene ötekileştirmek çünkü beklide biz zannediyoruz ki kendi varlığımızı sürdürmemiz için bir şeyleri veya birilerini yok etmeliyiz, görmemezlikten gelmeliyiz, gözden düşürmeliyiz veya uzak durmalıyız…
Ama yok böyle bir şey… Biz varız ve bizden başka nasıl ki ırklar, ülkeler, coğrafyalar, inançlar, doktrinler, vs… varsa bize öteki olamayacak kadar yakın bir “doğa” ve bu doğada yaşayan “canlılar” var. İnsanlık tarihimizde ötekileştirmeye ve benzeri sahnelere çokça maruz kaldık ama doğaya yaptıklarımız beklide hepsinden daha ağrıdı.
Bakalım yaptıklarımıza; kadınları, erkekleri köleleştirdik; ülkeleri ve inançları köleleştirdik; kültürleri köleleştirdik ve daha benzerlerini ama en kötüsünü “Doğamıza” yaptık… Neden bilmiyorum işte bulamadığım cevapların peşinde olduğum zamanlarımdayım.
Bir yazıda; Ekolojik okuryazar olan bir toplum da hayatını idame ettirmesini sağlayan, doğal çevresine zarar vermeyen, sürdürebilirlik ilkesine göre yaşayan bir toplum oluyor.” Deniyor ama bana kalırsa bu bilinç de henüz oturmuş değil… İnsandaş komşusunu bile tanımayan onu kenara koyalım kendi, psikolojik, fiziksel, beyinsel yapısını bile henüz doğru dürüst “anlayıp çözememiş” olan türümüz; nasıl yapacakta kendini soktuğu bu kaostan çıkarak doğadaki ağacını, taşını, kurdunu, kuşunu, toprağını tanıyacak ve henüz kendi türüyle bile nasıl geçineceğini bilemeyip çözüm bile bulamamışken; doğayla barışıp onu “ötekileştirmek” kavramından uzaklaştıracak.
Ben sorgularıma devam edeyim ve düşünmeye… Hani denir ya, “Arayan, mevalsınıda bulur, b….. ‘nı da bulur” misali belki bulurum bir şeyler.