Osmanlı Devleti 623 sene yaşamış olup, Türk Tarihi, İslam Tarihi ve Dünya Tarihine çok büyük etkiler meydana getirmiş muhteşem bir devletti. Tarihçilerin önemli bir kısmı şanlı Osmanlı Devleti için; Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devletidir der. Bunun nedenlerini de şöyle açıklar: Hem sınırlarının genişliği, üç kıtada topraklarının var olması, hem uzun süre güçlü bir şekilde yaşaması, birçok yönden dünya tarihine yön vermiş olması. Osmanlı devleti bu üç özelliği de bünyesinde topladığı için en büyük devlet olma özelliğine sahiptir.

             Maalesef Osmanlı Devletinin öneminin farkına yeterince varamayan bir ülkeyiz. Hem ülke, hem de toplum olarak Osmanlıyı Çok fazla tanımamaktayız. Uzun bir süre reddi miras yapılarak yok sayılmaya ve çok kötü olarak anlatılmaya çalışılan Osmanlıyı, ülkemizin yöneticileri yavaş yavaş kabullenmeye başladılar. Toprakları için dünya savaşı çıkmış büyük bir ülkenin yetiştirdiği kadrolar tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti batılılaşma uğruna Osmanlıyı uzun süre öcü gibi göstermeye çalışsa da büyük milletimiz Osmanlıya olan sevgisini ve saygısını hiç kaybetmemiştir. Osmanlıdan kopmuş, alakası kalmamış bir görüntü vermek uğruna her türlü olumsuz propagandalar yapılsa da, Osmanlının izlerini silmek mümkün olamazdı ve olmadı da. Günümüzde hem ülkemizin idarecileri, hem de bütün dünya artık Osmanlının büyüklüğünün farkına varmıştır. Osmanlı, gerçekten de nasıl bir devletti de şimdilerde farkına varılmaya, araştırılmaya, örnekler alınmaya başlanmıştır. Anlatmaya çalışalım;

                 Osmanlı Devleti günümüzün sık kullanılan bir ifadesiyle belirtmek gerekirse karizmatik bir devletti. Dostları imrenerek bakardı. Duruşuyla, yönetimiyle, merhametiyle, tavrıyla, hoşgörüsüyle, inançlara sağladığı hürriyetle düşmanlarının bile takdirini kazanmıştı. Farklı bir dinden olsa da yardım isteyen kim olursa olsun, yardımını esirgememiş olması, özellikle Hıristiyan ve Musevilerin sempatisini kazanmaya yetmişti, Sadece bu nedenden dolayı Hıristiyan ve Museviler arasından İslamiyetçi seçmiş önemli bir sayı vardır.

               Osmanlı, son dönemlerinde bile Avrupalılar için çok önemli ve saygı duyulan bir devletti. Son padişahlarımızdan Sultan Abdülaziz, yaptığı Avrupa seyahatinde, Paris, Londra ve Viyana da muhteşem törenlerle karşılanmıştı. Osmanlı Padişahını yakından görebilmek için Avrupalılar izdiham meydana getirmişti. Ayrıca Paris Büyükelçimizin kıyafetleri, yediği yemekler ve evindeki eşyalar Fransa da Osmanlı modası meydana getirmişti. Fransızlar, Osmanlı büyükelçisi gibi giyinmeye başlamıştı.

Avrupalıların dahi Muhteşem Süleyman diye kabul ettikleri Kanuni Sultan Süleyman’ın, Fransızlara gönderdiği mektupların etkisini bilmeyen yoktur. Kanuni’nin tehdidinden korkup neredeyse yüz sene dansı yasaklayan Fransızlar değil miydi?

Kanuni’nin tehdidinden korkup Fransa Kralını serbest bırakan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu değil miydi?

Yahudilerin, İspanyolların katliamından kurtulmak için yardım isteğine olumlu cevap verir gönderdiği bir donanmayla onları kurtarıp Osmanlı topraklarına yerleştiren Sultan ikinci Bayezid değil miydi?

Portekiz saldırılarına karşı, gemilerinin okyanuslara dayanıklı olmadığını bile bile Hindistan’a ve Endonezya ya Müslüman kardeşlerine yardım için giden Osmanlının büyüklüğünü yok saymamız mümkün mü?

Katolik Avrupalıların baskısından kurtulmak için Osmanlıdan yardım istediğini geri çevirmeyip Ortodoks Balkanlılara her türlü desteği veren Osmanlının büyüklüğünü kabullenmemek mümkün mü?

Rusların, sıcak denizlere inme hayalinin önünde engel olarak gördükleri Lehistan’a defalarca yardım elimizi uzatmadık mı? Hatta günümüzde Polonezköy diye isimlendirilen, İstanbul’umuzun çok güzel bir yerini onlara tahsis etmedik mi?

                Osmanlının büyüklüğünü anlatmak için binlerce örnek verilebilir. Yalnızca birkaç örnekle açıklamaya çalıştığımız Osmanlı anlayışını, büyüklüğünü, karizmasını ve merhametini, Türk Milleti öğrenmeli, ecdadını gururla yad etmelidir. Tarihini öğrensin ki, milli şuuru artsın.

                 Yukarıda örneklerle anlatmaya çalıştığımız karizmatik Osmanlı Devleti, kudretini hangi güçten almaktaydı? Sadece askeri güç ve hükümdarlara bağlı kalsaydı, Moğol ve Timur İmparatorlukları gibi kısa ömürlü olurdu.

                 Avrupalılar, Osmanlı askerinin heybetinden, giydiği kıyafetten, mehterinden o kadar etkileniyorlardı ki, daha önce bir savaşta esir aldıkları Osmanlı askerlerinin kıyafetlerini, başka bir Avrupa ülkesinin saldırılarına karşı kendilerini korumak için kendi askerlerine giydirerek ve mehter çaldırarak düşmanlarını korkutup zafer elde etmişlerdir.

                 Peki, neydi Osmanlı askerini böylesine karizmatik kılan, güçlü gösteren gerçek? Sadece merhamet duygusuyla yardım etme isteğimi, acıma hissimi, gösteriş hevesimi, toprak kazanma hırsı mı? Elbette Bunlar değil.

         Osmanlıyı Osmanlı yapan güç Nizam-ı Alem davasına olan inancıydı.

İ’lay-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem fikrine inanıyorlardı. Bütün yeryüzünün huzurlu, adaletli, hoşgörülü, inandığını yaşayabilme imkanı olan, mazlumların olmadığı, bir dünya istiyordu Osmanlı. Bu uğurda dünyanın her tarafına koşarak gitmişti. Ölümü göze alarak, korkusuzca, kahramanca mücadele etmenin yolu kutlu bir davaya inanmaktan geçiyordu. Düşmanlarının hayretle, birazda korkuyla karışık bir şekilde takip ettikleri Osmanlı ihtişamı ancak manevi bir inançla sağlanabilirdi.

                  Nizam-ı Alem davası çetin, zorlu bir dava idi. Zamanın şartlarına göre hazırlanmak, çağın gerekleri neyse o şekilde ilimde, teknikte gelişmek zorunluluğunu hesaba katmak gerekiyordu. Maalesef, Muhteşem Osmanlı Devleti, kutlu davanın gereklerini unuttuğu için, harici ve dahili düşmanlarının işbirliği sonucunda yıkılmıştı.

                  Bizlere düşen, dün Osmanlı hangi meziyetlere sahip olduysa, bugünde günümüz şartlarında o meziyetlere sahip olmaktır. Osmanlı torunu olmaktan utanmayan, aksine göğsünü gererek Osmanlı torunuyum diyebilen, Osmanlının inandığı değerlere bağlı, Osmanlı nasıl, ne şekilde, hangi yöntemlerle büyük bir devlet olduysa o yöntemleri kullanarak ecdadına yakışır bir nesil olmalıyız.

                  Günümüz gençlerinin modası olan karizmatik ifadesi, tam ve temel anlamıyla Osmanlı için geçerlidir. Bir karizmadan bahsedeceksek işte size Muhteşem Osmanlı, işte size Osmanlı insanı. Bunun dışında ne karizmasının peşinde koşuyorsunuz.

                  Tarihini bilen, araştıran, okuyan, merak eden, soran, sorgulayan, milli kültürüne sadık, kuru bir cihangirlik peşinde koşmayan, sadece ve sadece Allah Rızası için yaşayan ecdadını örnek alan bir nesil hayal ediyoruz. Atalarımızın bizden razı olmasını istiyorsak, kutlu davayı sadece dilimizde değil, her şeyden önce nefsimizde yaşamalı, sloganik ve boş laflarla değil, dolu dolu ilim kokan cümlelerimizle etrafımızdaki insanların mukaddes davanın yolcusu olması için çaba sarf etmeliyiz.

 

OSMAN AZMAN

[email protected]