Türk Milletinin gönlünde müstesna bir yeri olan “İstiklal Marşımızın Şairi” “Mehmet Akif Ersoy’un” “Milli Mücadele Yılları” sadece bir kuru bilgi olarak zihnimizde yer alır ama mahiyeti ile ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmeyiz!

Millet olarak daha çok işin edebiyatla ilgili kısmıyla ilgilendiğimiz için bu yıllar hakkında teferruatlı bilgi sahibi değiliz! Hâlbuki ki Mehmet Akif Ersoy’un Ankara’da ki mücadelesinin anlatıldığı o yıllar hepimizin bilmesi gereken tarihi hakikatlerle doludur!

Mehmet Akif üzerine en kapsamlı araştırmalar yapan ve kitaplar kaleme alan yazar M.Ertuğrul Düzdağ Beyin “Mehmet Akif Ankara’da” ön başlığıyla yazdığı, Akif’in yakın dostu Eşref Edip Beyin günü gününe tuttuğu notlarından oluşan kitabı okudum.

Her satırında “Milli Mücadelemizin Başkahramanı Mustafa Kemal ve İstiklal Şairimiz Akif’in” büyük birer değerlerimiz olduğunu okurken bir kez daha hissettiğim ve okuduğum bu kitaptan alıntıladığım birkaç bölümü, Ankara’da bir “Cuma günü dualarla” açılan “Türkiye Büyük Millet Meclisinin” açılışının 100.yılında sizlerle paylaşmak istedim.

Mehmet Akif, 24 Nisan 1920’nın Cumartesi günü öğlen vaktinde, yani TBMM’nin 1. açılışının ertesi günü Ankara’ya ulaşmıştır. Akif Anadolu’ya geçtiği için “resmi izin almadan memuriyetini terk edip ortadan kaybolduğu” gerekçesiyle 3 Mayıs 1920 tarihinde Şeyhülislamlığa bağlı olan Başkatip (genel sekreterlik) Darülhikme’de ki vazifesinden azl edilmiştir.

…Bir gün Akif’le idarehanede konuşuyorken Ali Şükrü geldi.

Hadi hazırlanınız, gidiyoruz, dedi. Nereye, dedik.

Ankara’ya. Oradan sizi çağırıyorlar. Paşa (Mustafa Kemal) sizi istiyor. Sebilüreşad’ın Ankara’da neşrini istiyor. Sebilüreşad’ın Ankara’da intışarı, Milli Hareket’in manevi cephesini kuvvetlendirecektir.

Akif’le bakıştık. Ali Şükrü katı bir lisanla. Hiç düşünmeyiniz, gideceğiz, herhalde gideceğiz.

Akif sordu. Nasıl gideceğiz?

Ali Şükrü cevap verdi. Basbayağı gideceğiz. Biz ikimiz Üsküdar’dan yola çıkacağız. İngiliz hatlarını yararak geçeceğiz. Eşref’de sonra gelir. Burada ki işleri yoluna koyar. Karadeniz tarikiyle İnebolu’ya çıkar, oradan gelir.

Akif bana; Ne dersin, dedi. Ben; Gidelim dedim. Artık burada yapacak işimiz kalmadı. Her halde orada daha faideli oluruz. Birkaç gün sonra Akif’le Ali Şükrü yola çıktı.

Mehmet Akif, oğlu Emin Akif’i de yanına alarak Ali Şükrü Bey’le birlikte Ankara’dan gelen vaki davet üzerine yola çıkarlar. Zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya vasıl olurlar.

Emin Akif Ersoy’un anlattığına göre, doğruca TBMM’ye giderler. Meclis bahçesinde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşırlar. Paşa evvela Ali Şükrü Beyin elini sıkarak hoş geldiniz de, akabinde de Mehmet Akif’e şöyle iltifat eder;

“Sizi bekliyorduk efendim. Tam zamanında geldiniz. Şimdi görüşmek kabil olmayacak. Ben size gelirim.”

Mehmet Akif’in Ankara’ya gelişi ve “Tacettin Dergâhına” yerleştikten sonra, Başyazarı olduğu “Sebilüreşad Dergisi” ilk önce Kastamonu’da basılmış, daha sonra Ankara’da basılmaya başlanmıştır. Dergi bir sayıda Kayseri’de basılmıştır.

Akif’in Balıkesir’de olsun, Kastamonu havalisinde olsun yaptığı coşkulu konuşmaları dikkatle ve titizlikle yazıp kayda geçiren ve hafızaların unutulmasına bırakmayan kişi yakın dostu “Eşref Edip Bey’dir.”

Kastamonu’dan dönüşte, Mustafa Kemal Paşa, derginin başmuharriri Mehmet Akif ve sahibi ve muharriri Eşref Edip’le görüşmek ister. Söz konusu görüşme Ankara İstasyonunda gerçekleşir…

Mustafa Kemal, Akif ve Eşref Edib’i güler yüzle ayakta karşılar ve bir gerçeğin altını belirgin bir şekilde çizer; “Kastamonu’da vatanseverliğe yakışır yolda ki çalışmalarınızdan çok memnun oldum. Serv Anlaşmasının memleket içinde ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşad kadar hiçbir gazete memlekete neşredemedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesinde Sebilürreşad’ın büyük hizmeti oldu. Her ikinize de bilhassa teşekkür ederim.”

Mustafa Kemal’in bu ifadeleri karşısında Mehmet Akif ve Eşref Edip’in cevapları çok kısa ve olabildiğince de mütevazıdır; “Estağfurullah. Ancak vazifemizi yaptık.”

Mustafa Kemal Paşa konuşmasını şöyle sürdürür; “Ben sizin daha İstanbul’da iken de Milli Mücadelemize yaptığınız hizmetlerinizi bilirim… Sizin samimiyetinizi, milli davaya karşı candan bağlılığınızı Anadolu’da neşrettiğiniz nüshalar tamamen gösterdi…”

Akif ve Eşref Edip Mustafa Kemal’in teveccüh dolu ifadelerine teşekkür ettiler. Görüşme bir saatten fazla sürdü. Paşa ; “Görüştüğümüze çok memnun oldum. İnşallah beraber çalışırız.”

Akif ; “Tabii, beraber çalışmak için geldik. Ne vakit bizim sahamızda, bizim yolumuzda, bizim yapabileceğimiz bir hizmet olursa emredersiniz.”

Mehmet Akif’in Milli Mücadeleye iştirak edip Ankara’ya gitmesinin çok önemli işlevleri vardı. Akif’in Milli Mücadeleye katılması, “bu hareketin İttihatçıların yeni bir macerası olduğu şeklinde ki şüpheyi büyük ölçüde gidererek Kurtuluş Savaşımızın çalışmalarına önemli bir güç katmıştır.”

Sakarya Muhaberesinin en heyecanlı gecesiydi. Top sesleri Ankara’dan işitiliyordu. Mehmet Akif’in Tacettin Dergâhı yanında ki evinin bahçesinde bir grup arkadaş oturuyordu. Mebuslar, Ankaralı komşular, hayli kalabalık bir ortam vardı. Tedbir için Ankara’dan uzaklaşmak için herkes tetikte. Fena bir haber gelirse hemen hareket edilecek. Akif endişe gösterenleri teskin ediyor; “Telaşa mahal göremiyorum. Evvel Allah, ona (Mustafa Kemal’e), onun askerliğine güvenilir. Ordumuz inşallah galebe çalacak. Buna imanım var.”

Akif’in Balıkesir, Kastamonu ve Konya’da verdiği hutbeler çok değerlidir. Akif bu hutbelerde Milli Mücadeleyi Türk Milletine anlatarak ; “Ey Cemaat-i Müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırh ile, ordularla, teyyarelerle yıkılmıyor, yıkılmaz. Milletler ancak aralarında ki rabitalar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır… Çünkü düşman kapımıza kadar dayanmış, onu kırıp içeri girmek, harım-i namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor. Bu namerd taaruza karşı koymak kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar her ferd için farz-ı ayn olduğu bir lahza hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugün herkes vüs’unu sarf ile mükelleftir…”

“Serv’i parçalayalım! Bizi mahv için tertip edilen muahede-i Sulhiye paçavrasını mücahitlerimiz Şark tarafından yırtmaya başladılar. Şimdi beri tarafta ki dindaşlarımıza düşen vazife, Anadolu’muzun diğer cihetlerinde ki düşmanları denize dökerek o murdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zira o parçalanmadıkça İslam için bu diyarda beka imkânı yoktur…”

“Ey Cemaat-i Müslimin! Böyle yalnız dua ile iş bitmez. Öyle olsaydı, Aleyhıssalatu Vesselam Efendimiz Ashab-ı Kıramını toplar, İslam’ın selameti, saadeti namına ne yapılmak lazımsa hepsini Cenab-ı Hak’dan niyaz ederek onlara da “Amin!” dedirtirdi. Hâlbuki böyle yapmadı. Allah’ın en sevgili kulu, en son ve en muhterem Peygamberi olan O Nebiyy-ı Muazzam, dini, Kelimetullahı için hiçbir an mücadeleden, fedakârlıktan geri durmadı. Ömrü saadetleri ibadet içinde, taat içinde, mucehedat içinde, hareketler içinde, tazliyetler içinde geçti…”

M.Ertuğrul Düzdağ’ın kaleme aldığı “Mehmet Akif Ankara’da/ Milli Mücadele Yılları” eserinden derlediğim bu yazım inanıyorum ki her okuyan insan için yeni kapılar açacaktır!

Bahsi geçen kitap, “Eşref Edip Bey” in günü gününe tuttuğu notları sayesinde yazılabilmiştir. Merhum Eşref Edip Beye ne kadar teşekkür edip minnet duysak yine de hakkını ödeyemeyiz.

Makaleyi ve daha sonra kitabı temin edip okuyabilen herkes; kitabın muhtevasındaki tarihi gerçeklerle birlikte “Milli Mücadele Yıllarını”, “Akif” ile “Atatürk’” arasında ki münasebeti daha iyi anlaması konusunda çok önemli bilgilere sahip olacaktır diye inanmaktayım.

 

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.