Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı olarak atandığında, İsrail tarafından eleştirilen ve adeta hedef seçilen Hakan Fidan’ın özel yetkili savcılarca ifade vermeye çağrılması kamuoyunda tartışılmaktadır. Yabancı güçlerin yıpratmaya çalıştığı bir devlet görevlisini, içeride zor duruma düşürmek kimin yararına olacaktır? Bu yazıda Fidan’ın MİT’in başına atanmasıyla birlikte yaşanan olayları ve sebeplerini irdelemeye çalışacağız.

Türkiye’nin iç ve dış politikada ortaya koyduğu değişim, kendi stratejilerini belirleyen ve uygulayan bir ülke ve bölgesinde belirleyici güç olma çabaları, birçok ülkeyi rahatsız etmiş olabilir. Bu çabaların en belirgin destekleyici parametreleri; dış politikadaki yeni konsept ve istihbarattaki yeni yaklaşımdır.

Türkiye’nin dış politikadaki iddialı yaklaşımı ve buna paralel bağımsız istihbarat uygulamaları, bazı komşu ülkelerde mutsuzlukla karşılanmış olmalıdır. Nitekim, MİT’in başına, beklenmedik bir isim olarak Hakan Fidan geçince, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’tan beklenmedik bir açıklama gelmişti.

Barak’ın güya basına kapalı bir ortamda söylediği ifade edilen sözleri şöyleydi: “Son haftalarda İran destekçisi bir adam Türkiye istihbaratının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var. Son iki aydaki izlenimimiz, bu sırları İran'a açabilecekleri şeklindedir. Bu da çok rahatsız edici…"

Uluslararası ilişkilerde böyle bir olay “skandal” olarak değerlendirilir. Çünkü bir ülkenin hangi makama kimi atayacağına başka bir ülke karışamaz, bu konuda söz söyleyemez. İsrail’in bu yaptığı, MİT Müsteşarını açık biçimde hedef almak ve açık bir hedef haline getirmekten başka bir şey değildi.

Nitekim Türk Dışişleri Bakanlığı, İsrail Ankara Büyükelçisini Bakanlığa çağırarak ikaz etmiştir. Türkiye’nin tepkisi üzerine, bir İsrail radyosunda programa çıkan Barak’a Türk tarafının yaptığı açıklamalar sebebiyle kendisine kızdığı söylenince bakın ne cevap vermiş: "Ben, bizi rahatsız eden şeyi ortaya koydum. Bizim haklılığımız endişelerimizin doğru olmasından kaynaklanıyor. Söylediklerim doğruydu".

Görüldüğü gibi Ehud Barak sözlerinin arkasında durmakta, bir başka ifadeyle Türkiye’de istihbarat birimlerinin başına kimin geçeceğine müdahil olmakta haklı olduğunu iddia etmektedir. Bir Bakan’ın bu kadar pervasız ve diplomasi kurallarına aykırı laflar etmesinin arkasında, geçmiş dönemden gelen bazı alışkanlıklar yatıyor olmalıdır.

Açıkça söylemek gerekirse, İsrail Türkiye’yi arka bahçesi gibi görüyor ve bazı yerli mahfillerin sağladığı imkânlarla Türkiye’de arka bahçesi gibi oyunlar oynayabiliyordu. Şimdi bu imkânlar ortadan kalkmaya başladı, MOSSAD’ın Türkiye’deki faaliyet alanları sınırlandı ve istediği gibi at oynatma şansı azaldı. Tepkilerin bir sebebi budur, ama tek sebep bu değildir. 

Hakan Fidan’ın istenmemesinin ve hedef seçilmesinin arkasında, onun Türk istihbaratı ile ilgili görüş ve hedefleri de vardır. Fidan bu görüşleri hazırladığı yüksek lisans tezinde ifade etmektedir.

Prof.Dr.Mustafa Kibaroğlu danışmanlığında hazırlanan ve 1999’da kabul edilen “Intelligence and Foreign Policy” (İstihbarat ve Dış Politika) başlıklı yüksek lisans tezi, Türkiye’nin dış politikada Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Hoca’nın önderliğinde sağlamaya çalıştığı dönüşümle tam olarak örtüşmektedir.

Fidan'ın, hazırladığı yüksek lisans tezinde, şu değerlendirmelere yer verilmiştir: "Türk istihbaratı, dış politikada zayıf durumdadır. Güçlü dış politika ve etkin bir istihbarat için ayrı örgütlenen bir dış istihbarat birimine ihtiyaç duyulmaktadır. … Eğer ayrı bir dış istihbarat örgütü olsaydı, Türk dış politikasının uygulanması ve oluşturulmasında daha başarılı olunurdu. ….. Türk dış politikasının planlanması için güçlü ve kesin istihbarat sağlamak için güçlü bir dış istihbarat ajansına ihtiyacı var.”

Görüldüğü gibi, Türk dış politikasının daha etkili olması için, dış istihbaratın ayrılması ve ayrı örgütlenmesi gerektiği savunulmaktadır. Asıl hedeflenen şey nedir? Türkiye’nin dış politikada daha başarılı olması ve bölgesinde hâkim bir güç haline gelmesidir. Bu ise mütevazı kapasitesine rağmen bölgeyi domine etmeye ve belirlemeye kalkışan ve bunu soğuk savaş dönemi dengelerinde başaran İsrail’in konumunu kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Soğuk savaş döneminde, bölgesinin en büyük gücü olduğu halde bölgesel bir güç olarak dahi politika uygulamasına fırsat verilmeyen Türkiye, yeni bir dış politika stratejisi ortaya koymuş ve bunu uygulamaktadır. Kısa bir sürede bölgesinin en belirleyici bölgesel gücü haline gelme potansiyelinin yanında, uzun vadede küresel bir güç olmanın altyapısı da hazırlanmaktadır.

Sayın Müsteşar’ın tezinde ifade ettiği bir başka husus ekonomik istihbaratla ilgilidir: “Ekonomik istihbarat özellikle yapılmalıdır. Çevresel bilgilerin toplanması ve analizi büyük önem arz ediyor.'' İşte İsrail’i rahatsız edebilecek hedeflerden birisi de budur. Çünkü İsrail, ülkesinin dışında yaşayan ve küresel sermayeyi yöneten önemli paydaşlara sahip bir ülkedir. Kendisinin ve paydaşlarının ekonomik faaliyetlerinin öğrenilmesini ve denetlenmesini asla istemeyecektir. 

FİDAN’A KARŞI YAPILANLAR 

Bilindiği gibi, Türkiye’nin en önemli istihbarat faaliyetlerinden biri terör örgütüne karşı yapılmaktadır. Türkiye, içeride istihbaratta çok başlılığın cezasını çekmiş ve önemli kayıplara uğramıştır. MİT, Genel Kurmay İstihbaratı, jandarma İstihbaratı ve Polis İstihbaratı, birbirine bilgi aktarmayan ayrı kurumlar olarak, bir istihbarat zaafı ile sonuçlanan dağınık yapılardır. Son zamanlarda, bu istihbarat birimleri arasında bir hiyerarşi ortaya konuldu ve istihbaratta her örgütün bilgi aktaracağı üst örgütün MİT olduğu kabul edildi.

İşte bu yeni uygulamadan sonra, terör örgütüne karşı birçok önleyici operasyona imza atılmıştır. Şehirlerde terör faaliyetlerine başlayan ve dehşet salan örgüt, 2-3 aylık bir dönemde önemli bir terör eylemi yapamaz hale getirilmiştir. Bu başarının arkasında, istihbarat örgütlerinin işbirliği ve üst örgüt olarak MİT’in başarısı vardır.

İşte tam bu noktada, Uludere’de 35 vatandaşın yanlış istihbaratla hava kuvvetlerince yanlışlıkla öldürülmesi olayı gerçekleşmiştir. Olayın hemen ardından, MİT’in yanlış istihbarat verdiği bilgisi medyaya sızdırılmıştır. Buradan anlaşılabilir ki, Uludere olayının hedeflerinden biri Hakan Fidan’dır.

MİT Müsteşarı’nın Başbakan’ın talimatıyla Oslo’da PKK’lılarla yaptığı görüşmenin ses kayıtlarının internette yayınlanması da, görüşmeye katılan Fidan’ı yıpratmayı amaçlayan bir faaliyet olmuştur.

Sahipleri ve bazı yazarları Ergenekon davası sanıkları arasında yer alan OdaTv adlı internet sitesinin, Hakan Fidan hakkında “birçok kara propaganda ve yalan kampanyasının üssü” gibi çalıştığı belirtilmektedir.  Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’ya göre, OdaTv'de, Hakan Fidan aleyhinde çıkan haberler de İsrail istihbarat servisi ve onun MİT içindeki uzantılarının yürüttüğü bir kampanyanın parçasıdır.

Son olarak Hakan Fidan’ın özel yetkili Cumhuriyet Savcıları’nca ifadeye çağrılması, dış güçler tarafından yıpratılmaya çalışılan bir devlet görevlisini içeriden yıpratmak anlamına gelmiyor mu? Aynı anda İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde iki Şube Müdürü’nün görevden alınması da ilginç olmuştur. Muhtemelen, Hakan Fidan’la ilgili dosyayı hazırlayan ve savcılığa gönderen emniyet mensuplarıdır bunlar.

Olay İsrail’den şüphelenilen faaliyetlerle örtüşmektedir, ama bu kişilerin dış güçlerce yönlendirildiği veya onlara hizmet ettiği şeklinde bir şey söylemek mümkün değildir. İfade davetinin sebebini bilmiyoruz. Şayet Oslo’daki görüşmelerle ilgili ise, MİT Müsteşarı bu görüşmelere talimatla katılmıştır, olayın siyasi sorumlusu Başbakan’dır. Zaten kendisi de görüşme talimatını bizzat verdiğini söylemiştir.

MİT’in terör örgütleriyle ve Türkiye düşmanlarıyla görüşmemesi gerektiğini söylemek, bu örgütü kapatmayı gerektirir. Çünkü istihbaratın doğasında, bu tür unsurlarla görüşmek ve onların içine nüfuz etmek vardır. Açık kimlikle yapılan görüşmeler tabi başka türlüdür. Ama bu tür görüşmeler de yönlendirme amacıyla yapılabilir ve yapılmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hakan Fidan İsrail tarafından açıkça hedef seçilmiş ve yıpratılmaya çalışılmaktadır. Böyle bir dönemde Cumhuriyet Savcılığı’na çağrılması en azından şık ve uygun olmamıştır. Ama yetkili savcıların elinde nasıl bir dosya vardır, bunu da bilmiyoruz.

Peki, Hakan Fidan İsrail tarafından neden hedef seçilmiştir? Bu nedenler arasında; yeni istihbarat konsepti sayesinde MOSSAD’ın Türkiye’de istediği gibi hareket edecek ortam bulamaması başta gelmektedir. Türkiye’nin dış politikada elde etmeyi amaçladığı yeni uluslararası konum ve bu yeni konumun İsrail ve başka bölge ülkelerini kaygılandırması da, dış politika boyutu olan bir istihbarat yetkilisinin bu ülkelerce istenmemesine yol açmaktadır. Son olarak, Fidan’ın ekonomik istihbaratı önemli görmesi de küresel sermayeyi elinde bulunduran güçleri rahatsız edebilecek bir yaklaşımdır.