Bu yazımda “hüzünlenme hakkımı kullanmak”  istiyorum! 

Bundan tam on yıl önce “insanı hüznümüze dair” yazdığım yazıya böyle başlamış ve şu gerekçeyle bitirmiştim yazımı;

“Belki bu yazıyı bana yazdıran “bayramın hüznü” onlardan bir tanesidir!

Yıllar önce İstanbul’da yaşarken kendi kendime söz vermiştim; artık bayramları köyümde, Anamın dizinin dibinde geçireceğim diye!

Ama hayat dişlerini öyle geçirmiş ki, her bayramda hesabımız şaşıyor!

Hüzün dediğimiz o şeyi insanın benimsemesi ya da anlamlandırabilmesi için, bir meyve ısırır gibi kendi yalnızlığımızın izlerini ona kuvvetle geçirmemizle ancak mümkündür!”

Daha önce hüzne dair yazdığım yazıda; “köyden şehirlere akın akın gelen insan maalesef bu iletişim çağında “kendi yalnızlıklarının” içinde debelenip duruyor! “ demiştim.
Maalesef aynı apartmanda, yan yana oturanlardan aynı iş yerini ve aynı sokağı paylaşanına kadar her insan kendisini yalnız hissediyor!

Adet yerini bulsun diye verilen ve alınan selam bile bu yalnızlığı gitgide derinleştirmekten öteye bir işe yaramıyor!

Bu yalnızlaşma duygusunun bana çağrıştırdığı karşılığın adı “insanın hüznüdür!

Bu hüzün karinelerini yaşadığım çevre de ve iletişimin beni ulaştırdığı en uzak mesafelerde dahi gözlemleme imkânım oluyor.

Genellikle aynı dertlerden muzdarip olan insan bir arayışın içinde ama giderek kalabalıklaşan ve çözülen cemiyette derdine derman olacak çıkış noktaları bulmakta da zorlanıyor!

İnsanı kalabalıklar içinde yalnızlığa iten ve onu hüzünlendiren şey ne ola ki?

Sorulması ve cevap alınması gereken asıl meselemiz budur.

Kendi hayatıma dönüp baktığımda geçen zamanın ruhu şu kısacık cümlededir!

Yedi yaşıma kadar köyümdeydim.

Daha sonra lise bitene kadar Çayeli’nde yaşadım.

Ve inanır mısınız, şu anda dillendirmeye çalıştığım insanı hüznün çok sevdiğim bir Türk sanat müziğini eserin de geçen “ hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir, gönlümün kıyısına vurur” sözlerinin ancak karşılığıdır!

Şimdi durum nasıl?

Sanıyorum, dün; gelenekçi cemiyetlerde bugün yaşadığımız olumsuz duyguları; akrabalarımız, dostlarımız, komşularımız ve yakın-uzak arkadaşlarımız sayesinde bertaraf edebiliyorduk.

Farkındayım yaşadığım bu hüznü kelimelere dökmekten aciz kalıyorum!

İçimde ki duygu ve düşüncelerimi hakkıyla resmedemiyorum.

Bunun için duygularıma tercüman olur ümidiyle  Yunus Emre’mizin dizelerine  müracaat ediyorum; 

        “ Bir garip ölmüş diyeler,

         Üç günden sonra duyalar,

         Soğuk su ile yuyalar,

         Şöyle garip, bencileyin. “

Bugün ki cemiyette insanın hüznünü tetikleyen o kadar çok şey yaşıyoruz ki!

Şu satırları kaleme alırken dünyanın dört bir tarafından bombardımana tutulmuş gibi, insanı hüznümüzü derinleştiren “bu da olmaz” dediğimiz hadiseler karşısında suskun, umutsuz bir ruh haliyle başımızı öne eğiyoruz!

Her gün en yakın tanıdıklarımızdan sevdiğimiz insanları kaybediyor onların yasını tutuyor hüznümüze hüzün katıyoruz. Etrafımızda bizim dışımızda gelişen “kabul edemediğimiz” bir sürü olay cereyan ediyor onun hüznünü yaşıyoruz. Hele son zamanlarda sosyal medya marifetiyle çok kolay haberdar olduğumuz; insana ve hayvanlara karşı yapılan acımasız işkenceleri görünce çileden çıkıyor, bir şey yapamamanın ezikliği içinde yine hüzne sarılıyoruz! Sevda acısı çekenlerin hüznünü anlatmak ise benim boyumun ölçüsünü aşar, onun için bu durumu o acıyı çekenlerin hayal dünyasına havale ediyorum!

İnsanın hüznünü anlatma gayretin de olan birisi olarak elbette insana sadece maddi bir varlık olarak bakmamak da imanımızın gereğidir.

İnsana öyle bakanlara inat, biz, yaratılanların en şereflisi olan insanın bugün ki yalnızlığının sonucu olan “hüznünü” anlatma gayretindeyiz. 

Gönül üzgünlüğünün belli bir saatinin olmaması aslında insanın unutkan bir varlık olmasıyla alakalı bir durum. Bence bu unutkanlık iyide bir şey! Yoksa insan çileden çıkar bu duygularla sürekli yaşamaya başlarsa!

Ağlamakla gülmenin kardeş olduğuna bende yürekten inananlardanım. Onun içindir ki; insan hem gülerken hem de ağlarken yanında sevdiklerinin olmasını, hüznünün dağılmasını istiyor.

Fakat üzülerek ifade etmeliyim ki; insanın yalnızlığını tetikleyen maddi-manevi ihtirasları bugün ki cemiyette tavan yaptığı için yanında olması gerekenleri bir türlü göremiyor!

Meramımı tam olarak ifade edememenin burukluğuyla yazıma son verirken, fikir dünyamızın önemli simalarından olan merhum Fethi Gemuhluoğlu’na müracaat ediyorum bir kez daha!

Demişti ki; ”Nedensiz yere çok hüzünlenmişseniz, bilin ki Allah’a çok yaklaşmışsınız!” 

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…