Köydeki kapımızda bir armut ağacımız vardır. Çocukluğumdan beridir pek çok kez denedimse de başarısızlıkla sonuçlanan tırmanma çalışmalarım da vardır. Gövdesi uzun ve dalsız çünkü ayrıca hem tutunacak bir yer bulamazdım hem de kollarımın kavuşamayacağı kadar geniştir, küçüktüm de ayrıca. Tabi başkaları tırmanıyor, benim bu beceriksizliğime karşın ve uzun denemelerden sonra bu ağaca gücümün yetmeyeceğini anlayarak tırmanma çabalarımdan vazgeçtim…
Dalları evin üzerine uzandığı için, tehlikelide olsa sac olan çatı kaplamasına çıkar ve “gidal” ile toplamaya çalışır yada bir “ğuçka” yardımıyla vurarak zemine düşürdüğüm armutları toplar afiyetle yerdim. Şimdi “cinsini” unuttum ama “yeyişmiş” diye de tabir edilen, olgunlaştığında dışı yeşil kabuklu kaldığı halde, içi kahverengi hale gelir, bu şekilde yendiğindeyse, tadına doyum olmazdı.
Yöreye özgü pek çok başka meyve özellikle karayemiş ki farklı cinslerde ve lezzetlerde. Elması, üzümü, ayvası, azda olsa kirazı ve benzer daha pek çok sadece bizim yöremizde tadına vardığım meyveler vardır. Dünyamızın ve ülkemizin hemen hemen pek çok yerinde yetişen bu meyvelerin tadı ve kalitesi neden Karadeniz’de farklıdır; bilirsiniz, Karadeniz bu “tat” değişikliğini iklim yapısındaki özelliğinden alır ve bereketli, doğal; çok çeşitli vitamin ve minerallerle donatılmış toprağından aldıklarıyla beslenerek “farklılık nedenini” bize öğretir.
Bunların yanı sıra işin en eğlenceli yönü doğrudan çıkıp ağacın üzerinde yiyebilme şansımız. Tarlamızın, bağımızın, bahçemizin kıyısında veya evinizin kapısında olan ağaca tırmanıp üzerine doğayı seyrederek meyve yemenin keyfini, sadece o ortamda yaşayanlar olarak bizler bilebiliriz de denebilir. Bakmayın siz armut ağacına çıkamayabilirim ama bana uygun çıkabileceğim formda ağaçlarda var. Çok bilirim, elma ağacı üzerine tırmanıp, oturacak uygunlukta bir dalı gözüme kestirdikten sonra, dalından aldığım “Elmayı” yerime kurularak ve manzarayı izleyerek yediğimi veya “Karayemişi” yada “Ayvayı.”
Her şeyi gibi meyveleriyle de yaşamımıza renk katan bu güzel bölgenin “cennet” in yavrusu olduğunu düşünmek bana yanlışta gelmez. Börtüsü böceği, meyvesi, çalısı çırpısı, ağacı ve başka pek çok yönüyle yaşama organik şekilde hizmet eder. Oysa biz suniliklerin içerisinde kendi formumuzu bile sunileştirdiğimizi anlamadan ve doğallığın güzelliğini tatmadan beton yığınların arasında beklide sadece hafta sonları kaçtığımız yakınlardaki yeşil alanlarla hasret gidermeye çalışıyoruz.
Sevgili İzmir’in sıcağında Karadeniz’in yeşilliğine hasret bir halde kalmışken, gözümde tüten meyvelerine ve dağlarıma buradan kucak dolusu sevgilerimi göndermek istiyorum. Ve ne zaman pazara gitsem veya bir manav görsem; aklıma, dalından koparıp yediğim meyveler geldikçe esef edişimi hatırlıyorum. Şimdi, bir “Karayemiş’in” dalında oturup, dağları seyrederek “Karayemiş yemek” vardı ya…
İşte böyle…