Dileğin varsa dile Allah’tan,
Almak için uzak gitme topraktan,
Cömertlik toprağa verilmiş Hat’tan,
Benim sadık yarim kara topraktır…
(Aşık Veysel)
Her şey kendini sayfa sayfa tefsir eder. Her insan ve her canlıda bir alemdir kendi içinde… Buda her canlının kendi yapısında bir tefsir barındırdığını gösterir. Öyle değil mi? Her hücrenin her molekülün bir hikayesi var. Hepsinin bir amacı bir gayesi var ve hepside kendi vazifesini yapar kainatın bilindik veya bilinmedik diyarlarında.
İşte bunun gibi, her vatanda kendini tefsir eder. Her vatanın bir toprağı vardır ve kendini anlatır. Dile gelir gösterir adeta, görmesini bilene. Dile gelir, konuşur kendi dilini çözenlere. Yaşama ilaçtır ve berekettir, o olmazsa ne vatan olur ne aş.
Yaratıldığı gün vazifesini üzerine almış ve edebiyle Yaratan’ının kendisine koyduğu disiplinde yolunda gider olmuş. İçinde besledikleri gibi insana ve diğer canlılara hem besin kaynağı hem de yaşadığı yer olmuş. Üstünde nice savaşlara nice destanlara sahne olurken; o, sadece görevini yapmış, sessiz sakin ve gene edeple.
Hırsın ve tamahın kapısı olan dünyada, kendi sistemini bozmadan aşını vermiş herkese. Bir insanı nasıl beslemiş ise, bir karıncada nasibini almış kendisinden. Vahşi bir kurt, üzerinde barınırken; ceylana da otlak olmuş…
Toprak ve vatan yaşamın ayrılmaz bütünü. Kendisini yaşama “ana” olarak veren bu varlığı ezmek ve değerini ayaklar altına almaya çalışmak kime yakışır ki… Hangimiz bize sorulduğunda “vatan” demeyiz ki…
Vatan ve toprak, kainatın kuruluşundan beridir can damarı ve sevginin esin kaynağı. Her ülke, her bayrak, her kan kendi yuvasında yaşamını taşır diyarlara. Oysa bazen diyarlar, talan edilir hırsla.
Sözde ve özde vatan, sloganları atarak veya bu vatan bu toprak benim diyerek korunur mu? Toprak, toprak ise biz neden kıymetini bilmez ve talan ederiz edepsizce. Bu topraklar, dağlarıyla taşlarıyla yıkılır, yakılır ve yok edilirse ne kalacak geriye ve geleceğe.
Toprak elden gider ise üzerinde barınacağımız bir şey kalır mı? Aç ve açıkta kalmaz mıyız, gidecek kapımız mı var?
Toprağı neden arsızca kullanırız? Neden suniliklere, neden çarpık kentleşmeye, neden çarpık projelere fırsatlar veririz? Vatan sadece, eline silah alıp sınırda bekçi durmak mıdır? Toprağın üstünde bize uymayan işlere fırsat vermek vatanı yozlaştırmak ve sefilleştirmek değil midir?
Toprak dile gelse ve dese ki “ey insanoğlu, benden aş alırsınız, üzerimde barınırsınız ve beni dilediğiniz gibi talan edersiniz ve bilmez misiniz ben hakkımı ahrette alacağım sizden?” hak ve hukuk sadece insanlar arasında mıdır? Yok mudur toprağın hakkı? Ahrette sadece azalarımız değil toprak ta dile gelip hesap sormayacak mı ve Yaradan’a şikayet etmeyecek mi sanırsınız?
İman sadece günde beş vakit secdeyle parlamaz. İman, yeryüzünde sahip olduğumuz her şeye önce şükretmeyi ve sevmeyi ve korumayı da barındırmaz mı? yoksa biz imanın gerçek yüzünü mü unuttuk? İman ve ahlak, sadece kendimizle değil yaşamla barıştığımız da artar.
Biz, sadece birbirimizle değil toprakla da kavga ediyoruz. Gücümüzü alabildiğinde üstünde uyguluyoruz. Şiddeti kınarız ve utanırız; oysa durmadan yaşama şiddet taşırız. Sadece kendi cinsimize değil kainattaki her şeye. Peki, nasıl oldu da insanoğlu bu kadar hoyratlaştı ve unuttu? İşte aranması gereken cevap burada ve bu cevabı bulduğumuzda belki bazı şeyleri düzeltebiliriz…