İnsana saygı duymak, ona ait güzellikleri paylaşmak ve o güzelliklere tarih önünde tanıklık edip anlatmak, şahsen bana çok büyük huzur ve mutluluk veriyor.
Kendimizi iyi hissetmemiz için “insanı duygularımıza bol bol aracısız destek olmalıyız!”
İnsanı insan yapan en temel özelliklerinden birisidir duygularımız.
Duygularımızın farkına varabilmemiz için, empati yapıp başka insanların “insanı hallerini düşünmeliyiz” , gerektiğinde yardım etmeli, gerektiğinde de yol arkadaşı olmalıyız.
Bu düşünceler insanı insanlaştırırken, insan olmanın güzelliğini, erdemini ve bilgeliğini duygularımızla yaşamanın huzurunu da bir yandan hissetmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz duygu durumuna göre davranışlar geliştiririz.
Yani ne hissediyorsak öyle davranırız ve aslında bizleri yöneten duygularımızdır da diyebiliriz.
İnsan ruhunun, bakışının, görmesinin, işitmesinin ve konuşmasının, yani “insana dair her şeyin” “daha zarif ve daha naif hale gelmesi” ancak ve ancak duygularımızın iyileşmesiyle mümkündür.
Bunun içindir ki; anlata anlata bitiremediğim çocukluk yıllarım ya çok uzun sürmüş, ya da bana öyle geliyor!
Kendimce bir tespitim de var bu konuda.
Lale Sinemasında; “Eski Yeşilçam Sinemasının Filmlerini her izlediğimde” o filmin sahneleri zihnimde daha sonra o kadar güzel şeyler üretirdi ki; belki diyorum bu yüzden çok uzun gibi geliyor Çayeli’nde, Senoz Vadisi Başköy’de ve yaylalarda geçen çocukluk günlerim.
Ve sizi temin ederim ki, bu saf ve temiz muhteşem çocukluk ve gençlik hikâyelerimizi yazarken kalbim öyle sızlıyor ki, bu durumu çoğu zaman izahtan aciz kalıyorum!
Arabesk Müziğinin güçlü sesi “Müslim Gürses” ile “Çayelili Deli Sami’yi” buluşturan hatırayı, duygularım yaz dediği andan itibaren bunları düşündüm!
Daha önce sevgili kardeşim, Deli Sami’nin köylüsü ve adaşı olan Sami Rençber’in; “Türkan Şoray’ın Deli Sami’ye olan aşkı” başlıklı muhteşem makalesini okuyucularla paylaşmıştım.
Şimdi bir başka “Deli Sami Hikâyesi” okumaya var mısınız?
Arabesk müziğinin güçlü sesi Müslim Gürses Türkiye turnesine çıkmıştı ve o akşam “Çayeli Lale Sinemasında” sahne alacaktı.
Bahsi geçen yıllarda arabesk şarkılar okuyan sanatçılar TRT’ye çok sık çıkmazlardı.
O yüzden arabesk şarkı okuyanları ancak kasetlerden ya da çıktıkları turnelerde bire bir canlı görmek ve seslerini dinlemek şansına sahip olurduk.
Muhteşem anılarımıza bire bir eşlik eden “Lale Sineması” iki katlı idi.
Alt ve üst katında ayrıca locaları da vardı.
O gün Çayeli’nin genç ve orta yaşlı delikanlıları “Lale Sinemasının” önünü miting alanına çevirmiş sabırsızlıkla akşamı beklemekteydiler.
Tüm Çayelinin tanıyıp sevdiği “Sabri Dayımız” kapıda durmuş, içeri girenlere numarasız biletler verip; “bulduğunuz boş koltuklarda oturun, yer bulamazsanız ayakta durun, sakın koltukların üzerine çıkıp zarar vermeyin” diye her içeri girene tembih ediyordu.
Merhum Sabri Sarı Dayımız; çoğumuzun ismini bilmezse bile hepimizi yakından tanıyan ve sinema salonunun kapısından başlayarak içeri girdiğimiz ana kadar bize yardımcı olan, yerimizi bulmamızı sağlayan ve kimse rahatsız olmasın diye her filme gittiğimizde bize tatlı sert tembihlerde bulunan “Lale Sinemasıyla özdeşleşen bir kişiydi.”
Merhum Sabrı Dayı ile yaşadığım bir sinema maceramda, koltukların üzerinden atlarken beni yakalamıştı ve kolumdan tutarak sinemanın dışına çıkarmıştı.
Aynı gün bir sonraki seansta aynı filme gitmiş ve rahmetli Sabri Dayının gözünün içine baka baka biletimi vermiştim kontrol için, o da “sana ders olsun bugün ki davranışım” diyerek tebessüm etmişti.
Sabrı Dayının yeğenleri Sabri ve Salih bizim okul, hatta sınıf arkadaşımız oldukları için, aramızda bir yakınlık oluşmuştu.
Konser akşamı bizde amcaoğulları Ali, Mustafa, Osman ve Halaoğulları Mehmet ve Ali, dayıoğlu merhum Abdi ile birlikte “Lale Sinemasının yolunu tutmuştuk.”
Sinemanın önüne geldiğimizde daha önce kararlaştırdığımız gibi yakın arkadaşlarımız olan Ömer, Zeki, Nacettin, Mehmet, Hüseyin, Recep, İshak, Lütfi, Salih, Yücel, Zülküf, Ercan, Temel, Yavuz, Yahya Kemal, Sedat gibi yakın arkadaşlarımızın da erkenden geldiğini gördük.
Sinemadan içeri kendini atan hemen hemen herkes önce büfeye gidiyor, gazoz, pafuli, çekirdek alıp doğruca üst yâda alt salona geçiyordu.
Çocukluktan delikanlılık çağımıza geçmek üzereydik ve kanımız deli gibi akıyordu.
İlk sevdalıklarımızı yaşadığımız, duygularımızı türkü ve şarkılarla ifade etmeye çalıştığımız yıllardı ve Müslim Gürses’i dinlemek bizim için kolay kolay bir daha yaşanmayacak bir hatıra olacaktı.
Ben ve arkadaşlarım üst balkondan konserini izlemek için yerimizi almış Müslim Gürses’in sahneye çıkmasını bekliyorduk.
Nihayet sahne sırası Müslim Gürses’e gelmiş ve Lale Sınaması adeta yıkılmaya başlamıştı.
Arabeskin bu muhteşem sesi şarkılarını okudukça izleyiciler keyfin ve neşenin doruklarına çıkıyordu.
O akşam “Lale Sineması” tıklım tıklım doluydu.
Jiletle vücudunu kesenler olmasa da Müslim Gürses’in muhteşem sesiyle söylediği şarkılarına bütün salon eşlik ediyor kendilerinden geçiyorlardı.
“Bütün dünya senin olsun, bir dost bir post yeter bana…” türküsünü muhteşem sesi ile söylerken Müslim Gürses, Lale Sineması adeta yıkılıyordu.
Konserin ortalarına doğru sinemanın alt katındaki salonda bir hareketlilik olmaya başladı.
Doğal olarak üst kattaki izleyicilerde aşağıda neler oluyor diye üst salonun önüne doğdu yığılmaya başladı.
Çok iyi hatırlıyorum.
Sinema perdesinin önünde şarkılarını söyleyen Müslim Gürses’e doğru bir kişi elini salyaya sallaya yürüyor ve bir şeyler söylüyordu.
O anda mikrofondan Müslim Gürses’in sesi yankılanmaya başladı salonda; “Vay benim Sami kardeşim, sen ne arıyorsun burada!”
Bütün salon donup kalmış herkes şaşkın bir şekilde birbirlerine bakıyordu.
Meğer Müslim Gürses bizim Çayeli’nin “Deli Sami’sini” tanıyormuş şaşkınlığıydı bu!
Sahnenin önü ana baba gününe dönmüştü.
Türkiye’nin en büyük arabesk sanatçılarından birisi Deli Sami’yi sahneye almış ve ona sarılmış, sonra salona dönerek o titrek ve samimiyet kokan üslubuyla; “Sami kardeşim benim eski arkadaşımdır, onu burada görmek beni çok mutlu etti” demişti.
Müslim Gürses, ilk görüşten ve kısa bir sohbetten sonra Çayelilinin “Deli Sami” diye tanıdığı arkadaşının bu yeni durumunu anlamış, ellerini eski tanıdığının omzuna atarak gönlünü almıştı. Bu andan sonra Lale Sinemasının alt ve üst salonlarında derin bir sessizlik olmuş, bu iki eski arkadaşın sahnedeki buluşmaları, az önce Müslim Gürses’in muhteşem şarkılarının ritmiyle coşan insanları fevkalade hüzünlendirmişti.
Gençlik yıllarında fiyakalı bir delikanlı olan merhum Sami Korkmaz, İstanbul’da yaşarken merhum Müslim Gürses’le tanışmış ve yıllarca güzel arkadaşlık yapmışlardı.
Yıllar sonra eski arkadaşını Çayeli’nde karşısında görünce sevinçle karışık bir hüzün yaşamıştı merhum Müslim Gürses.
Müslim Gürses ve Sami Korkmaz, her iki güzel insanda aramızda yok artık!
Hayat yolculuğu her ikisini de kendi dünyalarında sağa sola savurmuş, her insan gibi onlarda ölüme hükmedememiş ve nihayet her fani gibi onlarında dünyaları değişmişti.
İnsanın hayat yolculuğu bitti mi anlatmaya değer güzel hikâyeleri olmalı.
Onun için anlattığım hikâyedeki insanlar “gönül insanlarıydı.”
Birisi şarkılarıyla birisi de Çayeli’nin sokaklarında kendi halinde, hayatın kendisini sarhoş ettiği dünyasında insanlara çok şey verdiler ve anlatılacak hikâyeler bıraktılar geride.
Giriş cümlemde ifade ettiğim; “insana saygı duymak, ona ait güzellikleri paylaşmak ve o güzelliklere tarih önünde tanıklık edip anlatmak, şahsen bana çok büyük huzur ve mutluluk veriyor…” düşüncemin karşılığıdır anlatmaya çalıştığım “iki güzel insanın duygusal hikâyesi.”
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.