Liseyi yeni bitirmiştik.

Sevgili “Dostum Ömer Küçükislamoğlu” ile birlikte Çayeli’nde bulunan sinema sokağından yürürken; Lale Sinemasının yanında ki dükkânın önünde hararetli sohbet edenlerden bir tanesi yanımıza geldi ve direkt;

“Siz Allah’a inanıyor musunuz?” diye soru!

İkimizde birden durakladık. Şahsen ben ne cevap vereceğimi düşünürken, bizim Ömer o kişiye dönerek;

“Biz inanıyoruz, bu soruyu inanmayanlara sorun neden inanmıyorlar diye?”

Bu cevap karşısında birden duraklayan ve suspus olan o kişi Ömer’e;

“Çok haklısın!” diyebildi ancak.

Bu diyaloğun geçtiği yıllar bizim ; ”İslami emirler ve o emirlerin müşterek gayesini anlamak, fert ve cemiyet planında bu gayeyi hayat haline getirmek…” gibi bir düşünceden ziyade Ömer’in ve benim daha çok aileden gelen “inanç kodları” üzerinden kendimizi ifade etmeye çalıştığımız yıllardı.

O gün “…ben inanıyorum bu soruyu inanmayanlara sorun” cevabı aileden almış olduğumuz temel dini bilgi ve o havanın bize verdiği özgüvenden dolayıydı. Tabii; bizim “Ocaklı” olmamızın da bu özgüvene bugüne kadar süre gelen hayatımızda da büyük katkısı olmuştur.

Her şey doğal seyrinde akarken aslında; İslam’ın ihtiva ettiği ibadet ve hayat nizamının fert ve cemiyet hakkında ki görüşlerini öğrenme derdimizin olmadığını çok zaman sonra öğrenecektik!

Bugün geldiğimiz noktada “bol bol okumak” ve “olup bitenleri sorgulamak” cemiyet hakkında ki kanaatlerimizin oluşmasında ki en büyük değerimiz olmuştur.

Hayatı okumak, anlamak ve sorgulamak, şuurumuzun seviyesine göre değişir.

İnsana verilen en büyük nimetlerden bir tanesi de şuurdur dersek yanılmış olmayız.

Doğumdan ölüme kadar bilmeye/öğrenmeye programlanmış insanoğlu ne pahasına olursa olsun doğruları aramak ve bilmek mecburiyetindedir!

Yakın zamanda yazdığım bir yazımda mealen şöyle bir cümlem vardı.

Bu ülkenin insanı, zamanı geldiğin de iktidarı değiştiriyor bu durum alkışlanacak bir meziyettir. Ama daha önemlisinin; iktidarı değiştirme yerine önce kendisini değiştirmesi gerektiğini anladığı ve inandığı zaman “şuurlu bir vatandaş” olacağını da bilmelidir!

Türk gençleri, üzülerek söylüyorum, ülke meselelerine o kadar kayıtsız ki, sporun dışında her hangi bir konuyu onlarla konuşmayı asla beceremezsiniz! 

Halbu ki benim çocukluk yıllarımda, üstelik iletişim imkanları bu kadar gelişmemişken, yaşlılarımız gibi gençlerimizde ülke meselelerine kayıtsız kalmaz fikir beyan etmekten geri durmazdılar.

Daima ifade ettiğim gibi.

İnsanımızın düşüncesine ve şuuruna kast edilmeye özenle devam edilmekte bu ülkede!

Dış dünyanın etkileri müspet olmayınca iç dünyasını zenginleştiremeyen insanımıza kabahat bulmakta vicdanımızı sızlatıyor doğrusu!

İnsanı anlamaya zorlayan sadece kendi dışında ki olup bitenler midir?

Bu durumda da irdelenmeye muhtaçtır. İnsan çevresinde ki olup bitenlere bizzat yaşayarak görüyor da bütün olup bitenlerin şuurundan uzağa düşüyorsa işte orada bir sorun var demektir!

Maalesef etrafımızda ki olup bitenleri anlama noktasında ki zaafımız gün geçtikçe kangren haline dönüşmüştür.

Şuur dediğimiz kavram dejenere olmuştur!

Bu durumda neleri kaybettiğimizi ve bundan sonraki kaybedeceklerimizi de anlamamızda zor olmayacaktır düşünebilenlerimiz için.

Kendini bile bilmekten mahrum olan insanımızdan ülke meselelerini bilmelerini istememiz de abesle iştigaldir!

Yazıma sevgili Dostum Ömer’le birlikte yaşadığım bir gençlik hatıramla başlamıştım.

Şimdi ise delikanlı dönemlerimizde yaşadığımız bir hatırayla son vereceğim.

Aradan yıllar geçmiş; ben ve Ömer dostluğumuzu daha pekiştirmiş, ortak bir düşünce etrafında birkaç dostumuzla birlikte Rize merkezli “Kaçkar Gazetesi”ni çıkarmış yıllarca inandıklarımız etrafında yetiştiğimiz bölge insanına hizmet etme çabası içinde olmuştuk.

Bir defasında Çayeli’nde ki yakın dostlarımızla birlikte gece saat 02’ye kadar merkezde bir kafede oturmuş daha sonra Ömer’le birlikte Çayeli/Çaykent’te aynı apartmanda altlı üstlü oturduğumuzdan dolayı merkezden yaya sohbet ederek eve doğru yürümeye başlamıştık…

O gece; gökyüzü tertemiz ve inanılmaz derecede aydınlıktı.

Ay sanki bu gece sadece bizi aydınlatmak için Çayeli’nin üzerine inmişti.

Yıldızlar yol boyunca bize eşlik etmek için daha bir parlaktı sanki!

Senoz Vadisinden gelen derenin üzerinde bulunan “Yaka köprüsü” den geçtikten sonra Çaykente giden araba yolundan saparak kestirme eve gitmek için patika yoldan yürümeye başladık.

 

Dostum önde ben arkada yürürken, birden durdu ve başını gökyüzüne kaldırarak sanki yıllar önce sorulan soruya bir kez daha cevap verir gibi;

“Şu muazzam güzelliğe ve muhteşem nizama bakar mısın be dostum. İnsan nasıl olur da kıt aklıyla bu harikulade güzelliği yaratan Allah’a inanmaz!” dedi.

Bundan sonra ki anlatacaklarıma inanır mısınız bilemem!

Dostum o cümleyi söylerken gökyüzünde ki bütün yıldızlar sanki başımızdan aşağıya dökülmeye başlamıştı!

Tabiri caizse gökyüzünde ki bütün yıldızlar neredeyse yeryüzüne inmişti!

Ömer’in bu ifadesi ve duruşu karşında nefes alış verişlerim hızlanmış; bir şeyler söylemek istesem de dilim sanki lal olmuştu!

Ne kadar süre geçti aradan bilmiyorum.

Bugün o geceye dair hatırladığım tek şey; Ömer’in benden kaçırmaya çalıştığı göz yaşları ve eve girene kadar konuşmadan yürüdüğümüzdü!

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…