Çayeli’nin Sokak lambalarının yanmasına az bir zaman kala Yaka Çay Fabrikasındaki vardiyası bitip eve gelen Ahmet amcam, Osman ile beni yanına çağırdı. 
Genelde yüksek sesle konuşan amcamın bu defa ses tonu çok yumuşaktı.
Bizden sonra Ali ile Mustafa’yı da çağırdı.
Dördümüz birlikte Ahmet Amcamın karşısında tek sıra halinde ayakta durmuş bir vaziyette ne diyeceğini merak ederek bekliyorduk.
Gözlüklerinin üstünden Ali ve Mustafa’ya bakarak dedi ki;
“Ayakkabılarınızı aldığım dükkâna gideceksiniz, Osman ve Abdurrahman’a da ayakkabı alacaksınız,  dükkân sahibi sizi bekliyor…” 
Bu cümleyi duyar duymaz ilk önce Osman ile birlikte koşarak dış kapıyı açtık, kapının önündeki kara lastiklerimizi yarım yamalak ayaklarımıza geçirerek koşmaya başladık.
Koşmaktan ziyade uçuyorduk adeta. 
Her ikimizde ancak parmak uçlarımızla yere basıyor ve bir an önce ayakkabı alacağımız dükkâna ulaşmak istiyorduk.
İshakoğlu Hastanesinin önünden deniz tarafında bulunan okullar caddesine geçtik, oradan ilçenin merkezine doğru, akşam saatlerinin insan kalabalığı arasından koşar adım ayakkabı alacağımız dükkâna doğru hızlıca yol almaya başladık.

Oturduğumuz ev, Çayeli’nin yazlık sinemasının hemen arkasında, Hopa Caddesi tarafındaydı. 
Köyden “Çayeli 9 Mart İlkokuluna” okumak için geldiğimiz neredeyse altı yedi ay olacaktı. 
Dört amcaoğlu da okula “kara lastikleriyle” gidiyorduk. 
Hâlbuki hepimizin sınıfındaki arkadaşlarımızın çeşit çeşit bağcıklı, bağcıksız her renkte ayakkabıları vardı. 
Onlara gıpta ile bakıyor bir an önce ayakkabı alınacak günü bekliyorduk. 
Birkaç ay önce köyümüzden kapı komşumuz olan Sabri Kalyoncu Ağabeyimizin Çayeli Âşıklar Fabrikasının içinde bulunan salonda düğünü olmuş, Ahmet Amcam, Ali ile Mustafa bizden büyük oldukları için onlara ayakkabı almış ve düğüne yollamıştı. 
Osman ile ben amcaoğullarımıza alınan ayakkabılara büyük bir hayranlıkla bakmış, ayağımıza bol gelse de zaman zaman evin içinde giyerek hevesimizi almaya çalışmıştık.

Bugün bizim için çok önemli bir gündü, zira bize de ayakkabı alınmasının zamanı gelmişti.
Çayeli “Lale Sinemasının” tam karsısında bulunan ayakkabıcı dükkânına vardığımızda, sahibinin neredeyse kepenkleri kapatmak üzere olduğunu gördük.  
Lale Sinemasının önü her zamanki gibi akşam seansı için sinemaya gelen insanlarla doluydu.
Kalabalığın arasından yıldırım hızıyla geçip dükkânın içine girdik.
“Çocuklar bayağı geç kaldınız, bende gelmeyeceğinizi düşünerek dükkânı kapatıyordum” dedi ayakkabıcı dükkânının sahibi.
Ahmet Amcam fabrikadan çıkıp dükkâna uğradıktan sonra hemen gelmemiş, birkaç yere daha uğrayıp öyle eve geldiğinden zaman bayağı geçmişti.
Bu nedenle dükkân sahibi bizim geç kaldığımızı, ayakkabı almaya gelmeyeceğimizi düşünerek dükkânını kapatmaya karar vermişti.
Dükkâna kapanmadan yetiştiğimize ne kadar sevindiğimizi tahmin edebilirsiniz. 
Ayakkabı kokuları arasında dolaşarak en güzel ayakkabıyı almak istiyorduk. 
Çünkü bu bizim alacağımız ilk ayakkabıydı. 
Hepsi o kadar güzeldi ki, gözümüzü hiç birinden alamıyor hepsine dokunmak istiyorduk.
Ali ile Mustafa daha önce ayakkabı aldıkları için kendilerini tecrübeli görüyor bize hangi ayakkabıyı almamız gerektiği konusunda fikir verip yol gösteriyordu. 
Hâlbuki Osman’la ben ayağımıza denemek için giydiğimiz tüm ayakkabıları almak istiyorduk!
Dükkân sahibi Ahmet Amcamı çok iyi tanıdığı ve zaten iyi bir esnaf ve iyi bir insan olduğu için bizim ortalığı hafif çaplı dağıtmamıza ses çıkarmıyor, üstelik bizi izlerken tebessüm ettiğini de görebiliyorduk.
Karton mukavvanın içinde beyaz bir kâğıda sarılı olan kenarları koyu kahverengi, üstü açık kahverengi bir ayakkabı gözüme ilişti. 
Ayakkabıyı elime aldım, dükkânın içinde bulunan küçük bir sandalyenin üzerine oturdum, karton kutusunu açtım, ellerim titreyerek çıkardım, sonrada ayakkabı çekeceğinin yardımı ile ayağıma giydim. 
Nefesim kesiliyor gibi olmuştum!
Sağ ve sol ayağıma büyük bir özenle giydim ayakkabıları.
Sonrada büyük bir heyecanla ayakkabılardan gözümü alamadan ayağa kalkmaya çalıştım.
Dizlerimin bağı çözülmüştü, ayağa kalmak istedim ama bir türlü kalkamadım.
O anda gözüm Osman’a takıldı. 
Beğendiği ayakkabıyı Mustafa’nın yardımı ile giymiş ayağa kalmış hazır ol vaziyette durmuştu! 
Osman sanki adım atmaktan korkuyordu! 
Nihayet bana doğru iki üç adım atarak yürümeye çalıştı. 
Osman’ın beğendiği ayakkabı o zamanların çok moda ayakkabısı olan altı “epa” diye isimlendirdiğimiz bir ayakkabıydı. 
Nihayet cesaretimi topladım, ellerimi dizlerimin üzerine koydum ve birden ayağa kalktım. 
Sanırım Osman’dan cesaret almıştım ayağa kalkmak için.
“Gündüzler” isimli “ayakkabıcı dükkânına” ilk ayakkabısını almak için o güne kadar ve o günden sonrada, bizim kadar samimi ve bizim kadar heyecanla giren hiçbir çocuğun olduğunu dün olduğu gibi bugün de asla düşünmüyorum!

Her ikimizde beğendiğimiz ayakkabıları almıştık. 
İlk denemeden sonra özenle kutularına koyduk aldığımız ayakkabıları. 
Dükkândan dışarı çıkıp Lale Sinemasının önündeki kalabalığın içinden geçerek eve doğru yürümeye başladık. 
Osman ve ben bazen koltuğumuzun altında bazen de iki elimizle birlikte kucağımızda tutarak hayatımızın bu ilk ayakkabılarını eve kadar taşıdık. 
Eve geldiğimizde bizi kapıda sevgili Ayşe Halam karşıladı, gözümüzdeki mutluluğu gördü, başımızı okşayarak; “istediğiniz oldu, hayırlı olsun ayakkabılarınız, iyi kollayın ki, hemen yırtılmasın…”
Oturma odasına girince amcam okuduğu gazeteden başını kaldırarak bize nasihatte bulundu;
“Ayakkabılarınıza çok iyi bakın, çamurlandı mı hemen temizleyin, asla bu ayakkabılarla topa ve ya başka bir şeye vurmayın yoksa erken yıpratırsınız. Yakında bayram için köye çıkacağız, ayakkabılarınız iyi bakın ki bayramda da giyebilesiniz…”

Biz ise Osman’la birlikte sabahı düşünüyorduk. 
Zira, ilk defa ayağımızda ayakkabılar olduğu halde okula gidecektik.
O kadar heyecanlanmıştık ki, sabaha kadar uyuyamadığımızı hatırlıyorum.
Sabah kahvaltıyı yaptık, siyah önlüğümüzü giyip bembeyaz yakalığımızı taktık.
Sıra o büyük ana yani ayakkabılarımızı giymeye gelmişti. 
Ali ve Mustafa daha önce ilk defa giydikleri ayakkabılarla okula gittikleri için bizim heyecanımızı anlayabiliyordu. Ayakkabıları giymemize yardımcı oldular ve kendimizi evden dışarıya attık.
Kapıdan çıkınca Osman ve ben birden durakladık. 
Birkaç saniye adım atmakta tereddüt ettiğimizi hatırlıyorum. 
Nasıl adım atacağımızı sanki unutmuştuk her ikimizde. 
Ali benim koluma Mustafa’da Osman’ın koluna girerek yürümeye başladık. 
Eğer amcaoğulları kollarımıza girmemiş olsalardı, büyük bir ihtimal yürürken ayakkabılarımıza bakmamızdan dolayı yere düşerdik diye düşünüyorum.
Nihayet, Hopa Caddesinden yürüyerek 9 Mart İlkokuluna gelip bahçesinden içeriye girdik. 
İnanır mısınız bilmem!
Osman ve ben bütün okulun talebelerinin bizim ayaklarımıza baktığını düşünüyorduk! 
Andımızı ve İstiklal Marşımızı okuduktan sonra okulun merdivenlerinden yürüyerek bütün okulla birlikte sınıflarımıza girdik. 
Teneffüslerde dışarıya çıkıyor, kantinden bir şeyler alıp yiyip içiyor ve artık okulun bahçesinde daha özgüvenle dolaşıyorduk!
Nihayet okulun o gün ki son ders zili çalmıştı. 
Yüzlerce öğrenci koşar adımlarla sınıflardan çıkmış koridorları geçerek önce okulun bahçesine sonrada caddeye ulaşmıştı. 
O gün okulun en mutlu çocukları Osman’la bendim. 
Biz ağırdan alıyorduk her şeyi. 
Her attığımız adım adeta bastığımız toprağa ve taşa selam yolluyor, biz ilk ayakkabı giymemizin keyfini doya doya yaşıyorduk. 
Bu sevinç ve mutluluk duygusu ile birlikte yürüyerek eve geldik. 
Ayakkabılarımızı çıkardık, bir bez parçası bularak üstünü ve altını bir güzel temizledik, daha sonrada yattığımız yaylı karyolanın altına koyduk! 

Bizim zamanımızdaki çocuklar en küçük şeylerden dahi mutlu olabiliyorlardı.
Paylaşmak, yardımlaşmak o günkü çocukların hayat felsefesinin özüydü diyebilirim.
Bugünün çocukları maalesef doyumsuzdurlar ve de yarının tatminsiz gençleri olarak maalesef hayatlarını zindana dönüştürmeye en büyük adaydırlar.
Dünyanın bütün çocuklarının; eğer doya doya yaşayacakları/yaşadıkları “çocukluk dönemi” olursa, bu dünya üzerinde ne savaşlar ne kavgalar ne de düşmanlıklar olur diye inanıyorum.

Çayeli’nin Cadde ve Sokaklarında “ilk ayakkabı” giyme heyecanımı kaleme alırken her satırında hüzünlenip gözyaşı döktüğümü; “yoklukların içinde” ne kadar “değerli ve zengin bir çocukluk” dönemi geçirdiğimizi düşünerek bir kez daha Allah’a şükretme makamında oldum!

Görüşmek üzere; Allah'a emanet olun.

Editör: EDİTÖR - 1