Sevgili kardeşlerim; Hepimiz bir şekilde bu dünya hayatını yaşamaya çalışıyoruz. Her birimiz ayrı bir meslek veya bir işle iştigal ederek, her şeyden önce kendimiz ve mesul olduğumuz ailemizin geçimini temin etmeye çalışıyoruz. Bazımız iyi veya yüksek bir meslek ve makamlarda çok paralar kazana biliyor; Bazılarımız ise maalesef, çok az getirisi olan işlerde çalışarak, çok düşük maddi kazançlar, ancak elde edebiliyoruz. Bunun neticesinde her birimizin; bu fanı dünyada değişik, ekonomik imkânlarımız ve onun doğal neticesinin oluşturduğu çeşitli sosyal statülerimiz oluşuyor. Bu durum, bu dünya hayatının değişmez ve kaçınılmaz bir gerçeğidir.

Biz Müslümanlar için yaşadığımız bu dünya hayatının kaçınılmaz ve değişmez bir gerçeği daha vardır. O da şudur: Dinen, yanı ALLAH katında mesul olduğumuz andan, son nefesimizi vereceğimizin ana kadar; Yüce yaratıcımız, yegane rabbimiz ALLAH celle celalu’ nun rızasını kazanmak mecburiyetindeyiz. Ve bu gerçeği, asla hiç unutmamalıyız.

Bunun içindir ki, “bir Müslüman hayatını idame ettirmek için, belli bir işle uğraşıp didinirken; bir diğer işinin de ALLAH’ ın rızasını kazanmaya çalışmak olduğunu bilmelidir.” Hayatını, ömrünün her dönemini ona göre tanzim edip, ALLAH’ ın rızasına uygun bir hayat yaşamaya çalışmalıdır. Aslında bu dunyanın yegâne gerçeği de budur. Açıkçası bir Müslümanın asıl amacı, birinci hedefi bu olmalıdır. Dünya işleriyle uğraşmak; bizim asil hedefimiz olması lazım gereken; “ALLAH’ ın rızasını kazanmaya giden yolda” sadece birer araç olmalıdır. Bu gerçeği de hiçbir zaman unutmamalıyız.

Eğer unutur da Dünya işlerine fazla dalıp ALLAH’ ın rızasını kazanacak işleri ihmal edersek; Çok büyük hata etmiş olur, büyük zararlara uğramış oluruz. Çünkü Bu dünyada elde edeceğimiz tüm kazançlarımız, bizim ömrümüzle sınırlı, geçici kazançlardır. Oysa “ALLAH’ ın rızasını kazmanın karşılığında” ise; Öldükten sonra dirilip yaşayacağımız, sonu olmayan, o sonsuz “Ahiret hayatının, ebedi kazançlarına sahip olacağız”.

Kadım İslam âlimlerinin her fırsatta söyledikleri bir laf vardır. “Akıllı insan; Sonu olmayan nimetleri, geçişi olan nimetlere tercih eder”. Gerçekten bu söze katılmamak mümkün değil. Bize de ona göre hayatımızın en önemli kararını verip, bir tercih yapmalıyız. En fazla ortalama 70-80 yıl yaşayacağımız bu dünya kazançlarının peşine mi düşmeliyiz; yoksa ebedi olan ahiret hayatımızı, bu dünyada yaşarken kazanmaya mı çalışmalıyız? Ayrıca Sonsuz ahiret hayatımızı kazanmak için, bu dünya hayatımızdan da büsbütün vaz geçmemize gerek yok. Hatta hem dünyamızı yeterince, hem de ahiret hayatımızı fazlasıyla kazanabiliriz. Bu hususta yapacağımız en önemli şey; Dünya işlerini de ihmal etmeden, Ahiret hayatımızı kazanmayı birinci hedef, birinci öncelik haline getirmeliyiz.

Eğer bu kararı verir, sonuna kadar bu kararın arkasına durup, ALLAH’ ın rızasına uygun bir hayat yaşayabilirsek; O zaman hem bu dünyamız mamur, hem de Ahiretimiz mamur olur. Yanı İnşallah, bu dünyamızı da, Ahiretimiz de kazanmış oluruz.

Dedik ya, ikinci ve sonsuz hayat olan Ahiretimizi kazanmanın yolu ALLAH’ ın rızasını kazanmakla olur. Peki öyleyse ALLAH’ ın rızasını nasıl kazanacağız? Bu sorunun cevabı; aslında kolay anlamında, çok basittir. Yüce ALLAH’ ın rızasını kazanabilmek için; İslam dinin belirttiği gibi, yanı sadece ve sadece İslam’ a uygun bir hayatı yaşamak lazımdır. Çünkü Yüce kitabımız Kuranı Kerimde, yegane Rabbimiz ALLAH’ hu teala, Maide Süresinin 3. Âyet-i Kerimesinin ortalarında, mealen buyuruyor ki: “Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam (dinine) razı oldum.

Bu ayeti kerimede de açıkça belli olduğu gibi; yüce ALLAH’ ın rızası ve hoşnutluğunu kazanmanın tek yolu, İslam dinine uygun bir hayat yaşamaktır. Yanı öyle kafamıza göre bir din veya benzeri bazı kutsal değerler uydurup, icat ederek, ALLAH’ ın rızasını kazanmak mümkün değildir.

İslam’a uygun bir hayat yaşayabilmek için de İslam dinini, kaynaklarından öğrenmeliyiz. Yüce dinimizin 4 kaynağı vardır. Bunlar sırasıyla; Kitap, Sünnet, İcmai Ümmet ve kıyası Fukuha dır. Anlamları ise; 1. Kuranı Kerim, 2. Peygamber efendimizin hayati ve sözleri, 3. Kitap ve sünnette açıkça belirtilmeyen bir dini meselede, hüküm vermek için; Benzer konularda, Kuranı kerim veya Peygamber efendimizin verdiği dini hükümler “kıyas ve benzetme” yapılarak, Alimlerin ittifakken veya büyük çoğunlukla karar verdikleri dini hükümlerdir. 4. Yeni bir dini meselede, bir “Alimin”; önceki kaynaklarda açıkça belirtilen bir kurala “kıyas ve benzetme” yaparak hüküm vermesidir.

Dikkat ettiyseniz dinimizin 4 kaynağının ilk ikisi olan; “kitap ve Sünnet” temel kaynak, diğer ikisi olan 3. ve 4. Kaynaklar ise, temel kaynakların açıklanmasıdır. Bu iki temel kaynağında hiç şüphesiz; ilki ve en önemlisi Yüce ALLAH’ ın bizzat kelamı-kitabı olan Kuranı Kerimdir. İşte dinimizin bu en temel kaynağı olan Kuranı kerimde, Yüce Rabbimiz Mealen buyuruyor: Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfal 20) Bu ayeti kerimede de açıkça görülüyor ki; Sadece ALLAH’ a itaat etmekle kalmayacak, onun Resulü olan Peygamber efendimize de itaat etmeliyiz. Başka bir deyişle: Yüce dinimizin tek kaynağı sadece Kuranı Kerim değildir. Onun yanında 2. büyük dini kaynağımız; Peygamberimiz Hz. MUHAMMED Aleyhi salatü vesselam Efendimizdir. Yanı o mübarek peygamberimizin, yaşadığı hayatı ve “Hadisi şerif” dediğimiz, söylediği sözleridir.

Dinimizin kaynakları, özellikle 2. Kaynağı olan Hadis ve sünnet hakkında, yukarıdaki bu açıklamayı yapmamın sebebi şudur: Son zamanlarda maalesef çok tehlikeli bir akım ortaya çıktı. Güya “Kuranı Kerim varken, (haşa) hadis ve sünnete ne gerek var”. Bunu söyleyenler yukarıdaki Enfal suresinin 20. Ayetini ve benzer çok sayıdaki ayeti kerimelerdeki Kuran hükmünü unutuyorlar. Hâlbuki Yüce rabbimiz ne diyor? “ALLAH’ A VE RESÜLÜNE İTAAT EDİN” Bu açık ve net, Kuranı kerim hükmü karşısında, artık; “Kuranı Kerim varken, (haşa) hadis ve sünnete ne gerek var” sözünün hiçbir geçerliliği olamaz.

Özellikle genç kardeşlerimize sesleniyorum. Sakın bu ve benzeri; Peygamber efendimizin olmadığı, uyduruk bir yeni din anlayışına itibar etmeyin. Bu ve benzeri yalan ve yanlış akımlar; İslam’ in ezeli ve ebedi düşmanları, Beynelmilel Haçlı ve Siyonist şer odakları tarafından uydurulan; İslami içerden yıkma hareketleridir. Dediğim gibi asla bu; Haçlı-Siyonist yalanlarına aldanıp ta yüce dinimize ve her şeyden önce kendinize zarar vermeyin.

Aslında bu konuda söylenecek çok daha şeyler var. Fakat yazıyı uzun tutmamak için şimdilik burada son veriyorum. İnşallah en kısa zamanda, bu konuya devam edecek, 2. yazıyı yazmaya çalışacağım. Şimdilik; “Yüce ALLAH, cümlemizi; rızasını kazanan, bu amaçla İslam’ a uygun bir hayat yaşayan kullarından etsin bizi… Amin” Bu dua ile satırlarıma son vermek istiyorum. En kısa zamanda Bu husustaki 2. Yazıda görüşmek üzere, İNŞALLAH.