Eskiler kendileri hakkında bir şeyler anlatmayı doğru görmezlerdi.
Anlatmayı sevmedikleri gibi yaşadıklarını da yazarak kayıt altına almazlardı.
Daha doğru anlamı ile şu tespiti yapabiliriz; Türk tasavvuf anlayışında bir insanın kendini övmesi, kendisi hakkında bir şeyler anlatması şık görülmemiş ve bu durum kibir şeklinde algılanmıştır.
Osmanlı Dönemini anlatan gezginlerden olan Evliya Çelebi bu anlayışın dışına çıkarak hem kendisini hem de gezdiği yerleri çok güzel anlatan eserler ortaya koymuştur.
Bugün Evliya Çelebinin hatıralarından herkesimden insanlar yararlanmakta ve kendisini hayırla yâd etmektedirler.
Günümüzde millete hizmet eden devlet adamı, siyasetçi, tarihçi, sanayici ve kültür insanlarının hatıralarını yazmaları, milletleri için yapacakları büyük bir hizmettir, hatta bu konu bence, onlar için görev olarak telakki edilmelidir.
Biyografi yazarlığı bizde çok eskilere dayanmaz.
Bazı istisnalar hariç hatıra yazma geleneğimizde yoktur.
Milletlerin tarihlerinde, geçmişle geleceği buluşturmada hatıraların ne denli önemli olduğunu günümüzde daha iyi anlıyoruz.
“Orhun Kitabeleri” Türklerin hatıra ve tecrübe aktarımına verilebilecek en güzel örnektir.
Çayelili Eğitimci dostum Cengiz Azman; merhum Kemal Doğan’ın 1969 yılında yazıp bitirdiği, aynı yıl vefatının ardından oğlu Orhan Doğan’ın bastırdığı “Anılarım” isimli kitabını, Şaban Sukas’ın isteği üzerine orijinaline sadık kalarak yeniden elden geçirmiş ve kaleme almış.
Kitabın yeni baskısını bana yolladı sevgili Cengiz Azman Hocam.
Kitabi okurken kendimi, Marbudam (İncesu) Köyünde, Maden köyünde, Çayeli’nde, Rize’de, Erzurum’da ve İstanbul’da buldum!
O kadar sade ve o kadar içten kaleme almış ki anılarını merhum Kemal Doğan, kitabın okuması bitince, gayrı ihtiyarı “ben Kemal Doğan’dan ve anılarını yazdığı kitaptan kesinlikle Çayeli’nin Hikâyesinde bahsetmeliyim” düşüncesine sahip oldum.
Kitabi okuduktan sonraki kanaatimi daha makalenin hemen başında ifade etmek isterim.
Bazı insanların karakterleri ve şahsiyetleri şöyledir; hiçbir makam, mevki, ekonomik karşılık beklemeden, hatta maddi olarak en zor şartlar altında olmalarına rağmen kendi kozalarını örmeye, yaşadığı çevre için üretmeye, insana yatırım yapmaya bir ömür boyu devam ederler.
Merhum Kemal Doğan için benim tespitim budur.
Zira, yokluklar içinde ideallerini gerçekleştirmek için çocuk yaşta dağ bayır aşarak Erzurum’a giden, oradan Trabzon’a yürüyen, tam bir ayda, üstelik Ramazanda Trabzon’dan yaya Samsun’a ulaşan bir insanın bütün bu sıkıntılara bir ideali olduğu için katlandığına, sanırım sizde benim gibi ikna olmuşsunuzdur!
Kemal Doğan 1883 yılında Çayeli Madenköy’de dünyaya gelmiş.
Anne adı Emine, baba adı ise Reşit’ti.
Dedesi 1824 yılında Rize’nin Karasu köyünden yaşadığı tatsız bir olaydan sonra önce Çayeli’nin Havya Deresine sonrada Madenköyüne ailesi ve hayvan sürüleri ile birlikte gelip yerleşmiştir.
Dedesi Madenköye gelince köyün ağası olan Dervişoğlu Mustafa’nın gemi ocağını satışa çıkardığını haber almış ve burasını satın alarak tamamen Madenköye yerleşmiştir.
Merhum Kemal Doğan, çocukluğuna dair uzun uzun hatıralarını anlattığı kitabının bir yerinde şunları yazıyor;
“Benim çocukluğumda köylerde fakirlik ve yoksulluk fazla idi. Çalışkan, bilgili ve sanatkâr olan Yazıcılar Mahallesinin durumu iyiydi. Bu mahallede herkesin elinden iş gelirdi. Kadın, erkek çalışırlardı. Akşamları da toplanır hem söz, sohbet eder, hem de el işlerini yaparlardı. Her tarafta katiller, hırsızlar olur ve işitilirken, Yazıcılar Mahallesinde böyle şeyler olmazdı. Birinci Cihan harbi Yazıcılar Mahallesinin genç, kıymetli pek çok evladının şehit olmasına sebep oldu. Nurlu Yazıcılar Mahallesi, kıymetli evlatlarını kaybetmenin izlerini hala taşır…”
Köyünden, yaylalardan, kendinden önceki ve ilk çocukluk, delikanlılık çağının Osmanlı döneminin sosyal, kültürel, ekonomik ve eğitim hayatından “Anılarında” en ince ayrıntısına kadar bahsetmiş bir değerimiz merhum Kemal Doğan.
Kitaptaki ayrıntılara, teferruatıyla girmem elbette bu makalede mümkün değildir.
Fakat satırbaşlarıyla da olsa kaleme aldığı anılarının bir kaçından bahsedecek ve olağanüstü hayat hikâyesini anlatmaya gayret edeceğim.
1896 senesinde büyük ağabeyi Süleyman Efendi, Erzurum vilayetinin Gürcü boğazının Köşk köyünde hoca olması nedeniyle yanına gidiyor. Diğer ağabeyi Osman, Rusya’da fırıncılık yaptığı için kendisini oraya göndermesini istiyor büyük ağabeyinden.
Ağabeyi Süleyman, kendisine bir kâğıt kalem vererek; “meşk et kâğıdı doldur” diye ricada bulunmuş.
Biraz uğraşıp kâğıdı doldurduktan sonra Ağabeyi; “okumalısın Rusya’ya gitmen doğru olmaz” diye kendisine tavsiyede bulunmuş.
Bunun üzerine okumaya başlayan merhum Kemal Doğan, çeşitli hocalardan Arapça, Kuran-i Kerim ve Hafızlık eğitimi almaya başlamış.
Ağabeyi Süleyman, kardeşi için köydeki görevini bırakıp Erzurum’un merkezine gelerek “Boya Camiinde” göreve başlamış.
Daha çocuk yaşta olan merhum Kemal Doğan, Erzurum’dan arada bir memleketine geliyor.
Kitapta bu gidiş gelişleri en ince ayrıntısına kadar anlatıyor.
Aldığı eğitimden sonra İlk defa 1900 yılında bir Ramazan ayında cerre çıkıyor. O yıllarda her yerde hoca olmadığı için genç hocalar bir köye ya da bir camiye giderek, Ramazan boyu namaz kıldırıp vaaz ederek ücret alırlardı, işte buna “cerre çıkma” denirdi.
Hasankale müftüsü Reşit Efendi evinde misafir ediyor bir görev sırasında.
Müftü, genç Kemal’in kabiliyetini görünce, kendisine diyor ki;
“İlmi irfan İstanbul’da olur. Okumak için İstanbul’u görmek lazımdır…”
Bu söz genç Kemal’e çok büyük tesir ediyor.
Rize’ye nüfus kâğıdını yenilemeye gidiyor, sonra tekrar Erzurum’a geri dönerek bu defa da İstanbul macerasını başlatıyor.
İstanbul’a gitme niyetini Ağabeyi Süleyman’a hiç açmıyor, çünkü bir yandan da ticaret yapan ağabeyinin kendisini yanından ayırmak istemediğini düşünüyor.
Nihayet İstanbul yolculuğu başlıyor.
O yıllarda İstanbul’a gitmek izinle olduğu için sıkı bir soruşturma geçirmiş ve gitmesi için bir maninin olmadığı görmüştü. O soruşturmada, telgraf tellerinin İstanbul’a kadar uzandığını öğrenmiş ve bu direkleri takıp ederek bu yolu yalnız gidebileceğine kendisini inandırmıştı.
Genç Kemal; sabah şafakla yola çıktıktan sonra tam yedi günde Erzurum’dan Trabzon’a ulaştığını ifade ediyor anılarında. Trabzon’a varınca İstanbul yolunun birinci aşamasını geçtiğini düşünerek sevinç duyuyor. Trabzon’da baya bir macera yaşadıktan sonra, İstanbul’a gemi ile gidemeyeceğini, çünkü parası yetmeyeceğinden dolayı gittiği yerde aç kalacağını düşünerek Ramazan ayı başlamadan bu defa Samsun’a gitmek için yayan yola koyuluyor.
Nihayet Kadir gecesi Samsun’a ulaşıyor. Samsun Valide Camiinde yatsı namazını kılan genç Kemal, namazdan sonra Kuran-i Kerim okuyor, bütün cemaat bu güzel sesli insanı huşu içinde dinliyor. Caminin İmamı Ahmet Efendi, kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini soruyor.
Sonra da cemaate dönüp genç Kemal’i göstererek;
“Ey ahali bu hafız Erzurum’dan yürüyerek buraya kadar gelmiş, İstanbul’a okumaya gidiyor. Böyle bir şey hiç işittiniz mi, hafızın harçlığı yok kendisine harçlık temin edelim…”
İmam bu konuşmadan sonra mendil serip cemaatten para toplayıp genç Kemal’e veriyor.
İstanbul için Samsun’dan bilet almadan gemiye biniyor genç Kemal.
Çünkü İmam iskeleye benimle birlikte geldi, bunu gören bir polis kayıkçıya ;“Hafızı vapura geçir” diye talimat verdi.
İmam Ahmet Efendi; “Haydi oğlum Allah selamet versin ve işin rast gitsin” diyerek genç misafirini dualarla uğurluyor.
Genç Kemal yorgun argın İstanbul’a inince polisler alıp bir karakola götürmüşler.
Soruşturmadan olumsuz bir şey çıkmayınca serbest bırakmışlar.
İstanbul Fatih’te Dehri Yusuf Efendi (Daha sonra yaşayan Dehri Yusuf Hoca değil bu kişi)namında bir hemşerisi olduğunu öğrenince hemen oraya gitmiş.
Genç Kemal şöyle not düşmüş o güne dair; “Muazzam Fatih Camiini görünce, büyük bir sevinç ve hayranlıkla uzun uzun seyredip, Allahıma bu günleri görmemi bana nasip ettiği için dua ettim…”
Fatih Medreselerinde Karadenizli ve Rizeli talebelerin olduğu öğrenmiş oradaki kişilerden.
Nihayet Karadenizlilerin olduğu bölüme yerleşen genç Kemal, Arapça, Kur’an kıratı öğrenmeye başlamış burada. Buradaki eğitimini başarılı bir şekilde bitiren genç Kemal’in yeni hedefi İdadi Okullarının birinde okumaktır artık.
Bu gaye ile Üsküdar İdadisinin imtihanına girip kazanıyor.
1904 senesinde Üsküdar İskelesinin yanında bulunan Mihrimah Sultan Medresesinde boş bir oda bulup, Fatih’te ki eşyalarını oraya getiriyor, burada yaşamaya başlıyor.
Merhum Kemal Doğan, o günkü İstanbul’u, Meşrutiyet’i, medreselerin ve diğer eğitim kurumlarının durumunu, Sultan II. Abdülhamit dönemini uzun uzun anlatıyor.
Şöyle bir tespiti var kitapta; “Eski kudretli padişahlarımızın kurduğu, büyüttüğü, Avrupa’yı titreten muazzam imparatorluk, sonraları dünyanın ilerleyişine, medeniyetin icaplarına uydurulmadığından, kuretsiz zayıf hasta adam durumuna gelmişti…”
Genç Kemal’e Harbiye Nazırı namına müsteşarın verdiği başarı olduğu bir imtihandan sonraki tanıtım künyesini de makaleye almak istedim.
Kazası;……………….Rize
Nahiyesi;……………Mapavri
Kariyesi;…………….Latum
İsmi;………………….Kemal
Pederinin ismi;…..Reşit
Tertibi;……………...333
İstihkak’ı;…………..326
Merhum Kemal Doğan hatıralarında sık sık İstanbul’da ya da geldiği zaman Rize’de, o yıllarda yaşamış, bugün bile yaptıkları ile tanıdığımız insanlardan ve karşılaşmalarından bahsediyor. Kitabı okurken, gittiği yerleri göz önüne aldığımızda, benimde yakın büyüklerim olan insanlarla bahsedeceğini umut ettim kitabın her sayfasında.
Ümidimde yanılmadığımı en baştan söylemeliyim.
Az sayıda olsa da bu isimlerle olan hatıralarını gördüm ve çok sevindiğimi de söylemeliyim.
Bunlardan birisi Çataldere (Hahonç) Köyünden medrese arkadaşı Ğazaroğlu Hafız Ahmet’tir.
Bir diğeri ise, Annemin dedesi nam-i diğer Hemşinli, Uzundere Köyünden büyük âlim Ahmet Feyzi Okumuş’un kayınpederi olan Başköy Köyünden Hâkim Reşit Efendidir.
Genç Kemal öğretmen olmuş ve ilk tayin yeri memleketi Rize olmuştu.
Rize’deki ortaokulda görev yaparken Rus işgali başlamıştı Karadeniz Bölgesinde.
Savaş başlayınca Rize Askerlik Şubesinde de görev yapmaya başlamıştı öğretmen Kemal.
O günleri şöyle anlatıyor kitabında Öğretmen Kemal;
“Birinci Dünya Harbi bütün şiddeti ile devam ederken, Türk orduları büyük kahramanlıklar gösteriyordu. Fakat müttefiklerimiz mağlubiyetleri ve bazı cephelerde ordularımızın yanlış sevk ve idare edilmeleri sebebi ile harp vaziyeti aleyhimize dönmüştü.
Baş Kumandan Enver Paşa Almanların telkini ile Sarıkamış seferini düzenledi. Bu yanlış hareket askerlerimizin büyük bir kısmının daha hareketin başında dağlarda soğuktan donmasına ve tifüs hastalığından büyük kayıp vermemize sebep oldu…
Bizim civar çocukları umumiyetle Erzurum’a sevk olduklarından, seferberlikte çok zayiat verdiler. Gidenlerin hemen hemen hepsi şehit oldu, geri dönen pek nadirdi…”
Sarıkamış Hareketinden sonra Ruslar Karadenize doğru ilerlemeye başlamıştı.
Tek tek Karadenizin il ve ilçelerini işgal ediyordular.
Öğretmen Kemal Askerlik Şubesinde çalıştığı için olayları etraflıca biliyordu.
İşgal yılları ile ilgili bir hatırasına yer vermek isterim.
“Ruslar ilerliyordu. Rize’de tehlikeye girmişti. Bizler de muhacir olup olmamağı kendi aramızda konuşuyorduk. Senoz’dan Kalyoncu Reşit Efendi ile de bu hususu konuşurken, halkta para yok muhacir olup yollarda sefaletten ölmektense evimizde ölmek daha hayırlıdır diye karara vardık. Bizim devre muhacir çıkmadı. Bu kararımızın isabetli olduğu bilahare anlaşıldı…”
İncesu (Marbudam) Köyünden Ali Ağanın kızı Fevziye Hanımla evlendiğinde askerlik yaşı gelmiş olan Öğretmen Kemal, Askerlik Şubesinin Reisi Binbaşı Münir Bey ve yardımcısı Yüzbaşı Zühtü Beyin isteği üzerine askerlik şubesinde çalışmaya başladı.
Karadeniz illeri bir bir işgal edilince önce Tarabzon’a sonra Giresun’a en sonda Samsun’a gidiyor.
Samsun’a tayini çıkan Öğretmen Kemal, Daruleytam muallimliği görevi için bu vilayete geliyor.
1918 yılında Rusya’da Çarlık yıkılmış, Karadenizde bulunan işgalci Rus orduları geri çekilmiş, Öğretmen Kemal yeniden memleketi Rize’ye dönmüştü.
Merhum Kemal Doğan o yıllara ait düşüncelerinde özetle şunları yazmış hatıralarında;
“Düşman harp gemileri İstanbul Boğazına demir attı. Bir İngiliz generali olan Harrington işgal komutanı olarak İstanbul’a el koydu.
Çanakkale muharebelerinde mağlubiyete uğradıkları için giremedikleri İstanbul’a bu şekilde ellerini sallaya sallaya girdiler…
1919 senesinde Mustafa Kemal Samsun’a çıkmış. Vatanı kurtarma çalışmalarına başlamıştı. Harpten yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğunun hali çok perişandı. Hükümet memurlarına maaş veremiyordu. Sıkıntıya düşmüştük…. Erzurum, Sivas Kongrelerinden sonra, Mustafa Kemal Ankara’da Milli Hükümeti kurmuş, düşmanı denize dökecek olan İstiklal Harbini yönetmeye başlamıştı. Memurların çalışmaları ve maaşları intizama girmişti… Çetin savaşlardan sonra düşmanı Türk Ordularının Baş Komutanı Mustafa Kemal denize dökerek, hür ve müstakil Türk Devletini kurdu. 1922 senesinde işgal kuvvetleri İstanbul’u boşaltılar. Türk ordusu merasimle İstanbul’a girdi. Padişahlık lağvedildi…”
1919 yılında Talat ismini verdikleri ilk çocuğu dünyaya gelmişti.
Tomris adını verdiği ilk kızı dünyaya geldiğinde ise yıl 1921’di. Daha sonra ikinci oğlu Orhan dünyaya geldi. İkiz çocukları dünyaya geldiğinde kız olana zevcesinin ismini, erkek olana Reşit adını verdiler. İlk eşi çok genç yaşta vefat eden Merhum Kemal Doğan ikinci evliliğini ağabeyinin ısrarı üzerine köyden hatırı sayılır bir insan olan Talip Efendinin kızı Düriye Hanımla yapmıştı.
İlk eşini kaybettikten sonra tayini Van vilayetine çıkan Öğretmen Kemal için yeni bir serüven başlıyordu. Çocuklarını köyde yakınlarına bırakan Öğretmen Kemal, 1932 yılında, Atatürk tarafından toplanan “Büyük Türk Tarih Kongresine” davet edilmişti.
Öğretmen Kemal 1926 yılında Van’a yerleşmiş ve uzun yıllar bu ilimizde yaşamıştı.
Araziler alıp evler yapmıştı burada.
Kitabi okuyanların göreceği gibi, merhum Kemal Doğan çok yönlü ve çok renkli bir kişiliğe sahip olan bir insandır. Hatıralarında, bayramlarda Mustafa Kemal Atatürk’e yolladığı telgraflardan ve ondan aldığı cevaplara da yer veriyor.
Van Tarih Muallimi Kemal Bey 29.10. 1930
Cumhuriyet Bayramınızı ben de kutlarım.
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
Öğretmen Kemal kısa bir süreliğine Hopa’da da görev yapıyor, fakat bir yıl sonra tekrar Van’ın yolunu tutuyor.
Van’da yaşamını sürdüren merhum Kemal Doğan, 1952 yılında hastalanıyor.
Van’dan kalkıp İstanbul’a geliyor. Artık çocukları büyümüş, çok önemli eğitimler almış ve vazifelere başlamışlardı. İstanbul’a geldiğinde oğlu Orhan’ı buluyor, sonra diğer oğlu olan Doktor Talat’a haber veriyorlar, o da geliyor.
Tedavisi yapılarak sağlığına kavuşan Kemal Doğan tekrar Van’a geri dönüyor.
1957 seneki hastalığından sonra çocuklarının isteği üzerine Ankara’ya yerleşen merhum Kemal Doğan, o güne dair şu notu düşüyor;
“Benim için en mutlu gün 1958 senesinin Ekim ayının 19. günüdür. Çünkü; Şarkın en uzak ücra köşesinden gelip, Ankara’ya yerleştiğim gündür. Rüya’da görmediğimi dünyada gördüm. Allah’ıma çok şükürler olsun.”
“Erkek ve kızların hepsini bir tuttum. Yaşayan sekiz evladımın hepsini okuttum. Çocuklarım, zeka, ahlak ve çalışmaları sayesinde, gerek mektep gerekse iş hayatlarında muvaffak oldular. Bu bakımdan çok bahtiyar bir babayım. Çocuklarım şerefimi yükselttiler var olsunlar.
Ne mutlu bana… Türkiye’nin Başkenti otuz iki milyon nüfuslu milletimizin başşehri Ankara’ya yerleştim ve bugünleri gördüm.
Çocuklarımın ve bütün insanların geleceğinin iyi olmasını Yüce Tanrı’dan dilerim.”
Çayeli’nden yola çıkan, olağanüstü bir mücadele vererek hayatta çok başarılı olan, kendisi gibi ülkemize birçok sahada hizmet eden evlatlar yetiştiren merhum Kemal Doğan; “Çayeli’nin Hikâyesinde” hak ettiği yeri almıştır.
Mekânı Cennet olsun.
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…