Çocukluğumuza dair en güzel hatıralarımızı yaşadığımız zaman dilimleri; bayram günleri olduğu konusunda hemfikiriz sanırım!
Köyde yada şehirde yaşamış olalım, mutlaka o günlere dair her birimizin hatıraları olduğunu söylerken kendi çocukluğumda yaşadığım bayramları hatırlayıp/hatırlatmak isterim.
“Bizim zamanımızda” diye başlayan cümleler son zamanlarda bayağı revaçta, bunun farkındayım.
Hatta ben normalin üzerinde bir çoklukla “eski zamanlara” yani daha dün gibi olduğuna inandığım çocukluk günlerime gödermeler yaparak yazılar yazıyorum.
Evet, bizim çocukluk günlerimizde yaşadığımız bayramlar gerçekten bir başka güzeldi!
Teknolojinin insan duygularının darmaduman etmediği dönemlerde yaşadığımız her bayram başka bir tattaydı.
Bu düşüncem geneldir.
İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da, Rize’de ya da memleketimizin herhangi bir bölgesinde eski bayram günlerini yaşayan her insan için de geçerlidir.
Başköy’de yaşanılan “eski bayram günlerini” hatırımda kalan güzellikleri ile anlatmak istiyorum.
Hemen hemen her çocuğa olduğu gibi bizim evde ki çocuklara da mutlaka bayram için giysiler alınırdı.
Tabii bizim seçme hakkımız yoktu.
Köyde yaşıyorduk. Çayeli bize çok uzaktı. Daha araba yolu bile gelmemişti Başköy’e.
Onun için evin büyüklerinin takdir edip aldığı pantolon, kazak ya da lastik ayakkabıyı beğenmemezlik etmeden, güzelce sahiplenmek durumundaydık!
Hani hepimizin diline plesenk olan bir söz biliriz; “Bayramda lastik ayakkabılarımı yastığımın altına koyup uyudum.” diye.
İşte bu söz bizim çocukluğumuzda ki her bayramda kesintisiz hayat bulurdu!
Bugünkü çocuklara belki anlatamayız bu durumu, ama bizim hakikatimiz böyle idi.
Bayram sabahı, rahmetli babaannem bizim evin tüm çocuklarının cebine bayram namazı için camiye gitmeden önce “kömür koyar” (nazar olmayalım diye!) öyle yolcu ederdi.
Tabii aynı durum diğer komşuların çocukları içinde geçerliydi.
Nihayet akın akın caminin yolunu tutan köy halkı arasında en mutlu olan kişiler biz çocuklardık.
Bayram günleri büyüklerimiz tarafından biz çocuklara daha hoş görülü yaklaşılırdı.
Yaramazlıklarımıza göz yumulduğundan şımarmayı da ihmal etmezdik.
Bayram namazından sonra caminin içinde; “bayramlaşma merasimi” ile birlikte “dargınlarında barıştırılması” ve ardından da komşuların birbirlerini “sabah kahvaltısına” davet etme yarışı olurdu.
Komşuların birbirlerini evlerine “davet etme çabası” gerçekten görülmeye değer bir sahneydi.
Tüm komşular ilk daveti kendisi etmek için büyük bir mücadele verirdi.
Kim kimi ilk davet etmişse o kişi o eve gitmek zorundaydı.
Onun için daha bayram namazı başlamadan önce davet edeceği komşularına “cemaatin safında” sıkı sıkı yapışan büyüklerimizi görürdük.
Sabah kahvaltısını davetli olduğu yerde yapan komşular yavaş yavaş bütün köyü bir baştan bir başa dolaşarak “bayramlaşma turlarına” başlardı.
Her uğranılan ev kesinlikle ikramda bulunurdu gelen misafirlerine.
Kahve, bal şerbeti, helva, lokum ve şeker bu ziyaretlerde ikram edilirdi.
Daha sonra orta yaşlılar, gençler ve çocuklar başka bir etkinlik için yola koyulurlardı.
Bu yolculuk, bizim Senoz Vadisi’nin diğer köyleriyle buluşma yerleri olan geniş alanlara kadar sürerdi.
Tabii bir kaç köyün insanının bir arada olması görülmeye değer güzellikler ortaya çıkarırdı.
Önceden kararlaştırılıp buluşulan yerler artık bir karnaval alanına dönüşürdü.
Çocuklar, gençler bir arada bayramın keyfini çeşitli oyunlarla çıkarmaya çalışır.
Büyükler iddialı futbol maçları oynarlardı.
Kıran kırana geçen bu maçlardan sonra tulum eşliğinde horonlar oynanırdı.
Karşılıklı söylenen türküler Senoz Vadisi’nde yankılanırdı.
Genç kızlar kendi aralarında eğlenirlerdi bayramlarda.
Eşarpları başlarında, renkli gömlek ya da kazakları üstlerinde, çiçekli eteklerinin altında, ayaklarına giydikleri “cizlavet lastikleri” ile köyün her bir kızı, masallarda anlatılan prensesler gibi güzel olurlardı.
Kızların en büyük eğlenceleri; “ceynigaya (salıncak) binmek” ve hep birlikte “türkü söylemekti.”
Biz çocukların en büyük eğlencesi ise “mantar tabancasıydı!”
Şöyle geriye dönüp baktığımda çocukluğumda aklımda kalan en güzel ayrıntılardandır bayramlarda bol bol attığımız “mantar tabancaları” ve hala burnumda hissettiğim mantarların patladıktan sonra etrafa yaydığı kokusu!
İnsan hayatının öyle zamanları var ki ancak o anlar yaşayarak doldurabilir.
Benim fazla ayrıntıya girmeden anlatmaya çalıştığım “eski bayramlar” da aynen öyle.
Bugün ne anlatırsak anlatalım o günleri bir daha yaşayamayacağız.
Ama ısrarla eskiye dair güzellikleri hatırlatmaya ve hatırlatmaya da devam edeceğim!
Bayramınızı kutlar; büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.