Vaktiyle Çamlıhemşin ilçemizde de çalışan şuan emekli olmuş bir memur abımızla sohbetindeyiz. Konu oruca gelince görev sırasında gerçekleşen bir hatırasını bizimle paylaştı. Aynen aktarıyorum;
Bir Ramazan ayında dört beş arkadaşıyla birlikte ilçede bulunan lokantaya iftar açmak üzere erkenden giderler. İftara takriben yarım saatlik bir zaman vardır. Az sonra üç dört kişilik bir turist ekibi de lokantaya gelir ve zaten küçük olan lokantada yandaki masada otururlar. Bir şekilde merhabalaşmalar da gerçekleşmiştir. Aradan kısa bir sure geçtikten sonra, servisi hazırlanmış masalarından bir şey yiyip içilmemesi Turistlerden birinin dikkatini çekmiş olacak ki, durumu garsona sormaya çalışır; Garson, çeşitli işaretlerle oruçlu olduğumuzu ve ezan vaktini beklediğimizi onlara anlatmaya çalışır.
Memur abımız, arkadaşlarıyla sohbete devam ederken bir anda Turistler, önlerinde bulunan yemekten yemediklerini fark eder. Yeniden diyalog kurarak niçin yemiyorsunuz sorusunu bu kez onlar sorar; Verdikleri cevap enteresandır; Az önce Garsonun onlara anlatmaya çalıştıklarından akıllarında kalan “Ramazan, Oruç, Ezan” gibi kelimeleri kırık ifadelerle anlatarak bizimle yemeğe başlayacaklarını anlarız der ve Turist ekip yaklaşık 15 dakika daha bekleyerek ezanın okunmasıyla birlikte yemeklerine başladıklarını bize anlatır.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz, beklide sizde bundan çok daha güzel hatıralar vardır. Ancak benim gelmek istediği konu şu;
Farklı inanç sahipleri veya gayrımüslimlerin gösterdiği bu saygıyı, hepimizin Müslüman olduğuna inandığımız bir yerde niçin birbirimize gösteremez hale geldik ne oldu bize.
Ramazanın daha ilk gününden itibaren iş yerlerini açık tutarak yeme içme servislerine devam edenler ne yapmaya çalışıyor?
Yanlış anlaşılmasın önlem almak suretiyle hasta ve gerçekten oruçlarını tutamayanlara, hatta mazeretsiz tutmayanlara yönelik hizmeti de anlayabiliriz.
Ancak işyerlerini Ramazan ayı gemlememiş gib açık tutanlar bizim manevi atmosferimize nasıl büyük bir zarar verdiğini düşünmeyecekmiyiz. Bu insanlara bu durumu nasıl anlatacağız, nedir bizim bu halimiz.
Yakın tarihimizde gayrımüslimler bile Ramazan ayına saygı için işyerlerini bir ay boyunca kapattıklarını biliyoruz.
İnsan olmanın veya insan kalmanın en aksarı şartlarındandır yaşadığı çevrenin hâkim kültürüne saygı duymak. Bu kurallar değişti mi? Onlar o zaman yanlış mı yapıyordu. Bunları hiç mi akıl etmeyeceğiz.
Şehirlerin en yoğun yerlerinde bulunan iş yerlerimizi en azından oruç tutmamayı teşvik edici bir görüntüden uzak tutmak çok mu zor?
İlimiz aynı zamanda hala en fazla Hafızın yetiştiği bir yer. Diğer gençlerimizi korumayı, en azından İslami duyarlılığı olan gençler yetiştirmeyi nasıl başaracağız? Canı, malı, dini, aklı ve nesli koruma görevlerimizi nasıl sağlayacağız, Bunları hiç düşünmeyecekmiyiz? Saygısızlığın adı özgürlük olmuş deyip geçecekmiyiz?
Son olarak, meşhur Mecusi hikâyesini tekrar hatırlayarak veda edelim:
Mecusi’nin ölümünden sonra, yaşadığı beldenin manevi zatlarından birçoğu, rüyalarında Mecus’yi Cennette görüp, sorarlar
Biz seni imansız bilirdik. Nasıl oldu da bu nimete eriştin? Cennet nimetleri içinde olan Mecusi, onlara şu cevabı verir:
Evet, doğru söylüyorsunuz. Ben bir Mecusi idim. Fakat bir gün küçük oğlum, Müslüman mahallesinde; onlar oruçlu olduğu halde ekmek yiyordu. Ben çocuğumun, onların gözleri önünde bir şeyler yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet ettiğim için Cenab-ı Allah, benim ruhumu mümin olarak aldı... Ölüm anında Azrail aleyhisselam geldiği zaman, Allahü teâlâ ona emretti. Evvela bana (Eşhedüenlailaheillallah ve eşhedüennemuhammeden abdühü ve resûlühü) dedirtti, ondan sonra ruhumu aldı. O sebepten ben, gördüğünüz nimetlere kavuştum.
Ne olur silkinip kendimize gelelim. Rabbimizin bizlere verdiği büyük nimetlere şükretmek bir tarafa en azından isyan edenlerden olmayalım.
Allaha emanet olunuz.
Nacettin Hatipoğlu