Kurtuluş Savaşının öncesi, bu büyük eylemin hazırlık dönemidir. Atatürk’ün Padişahî etkilemeye çalıştığı, Sadrazam ve Vezirlerle çekiştiği, Parlamentoyu düşüncesi yönünde karar almaya zorladığı, gazete çıkardığı, gizli ihtilal örgütleri kurduğu karmaşık ve dinamik bir dönem!
Ne yazık ki, kitaplıklarımız ve belleğimiz bu dönem açısından boştur.
Oysa Atatürk, böyle bir boşluk bırakmadı. Kurtuluş Savaşı’nın ve yaşamının 1926 yılına kadar olan yıllarını, o zaman Ankara’da yayımlanan “Hâkimiyeti Milliye (Ulus)” gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay ile İstanbul’da yayımlanan “Milliyet” gazetesi başyazarı Mahmut Soydan’a sofrasında dikte ettirdi ve bu gazetelerde yayımlattı.
Okuyacağınız makaleyi yazarken istifade ettiğim kitabın yazarı tarihçi İsmet Bozdağ’ın “Nutuk öncesi Atatürk konuşuyor” isimli kitabının önsözünde şöyle bir ifadesi var;
“Aslında Atatürk’ün bu anıları, Nutuk’la birlikte yayımlanmalıdır, düşüncesindeyim.”
Hakimiyet-i Milliye Gazetesinin 10 Nisan 1926 tarihli sayısında Mustafa Kemal Paşa’nın gazetecilere anlattıkları şu ifadeleri ile başlamış;
“Benim anlattıklarım ve anlattıklarımı değerlendirmek için size verdiğim belgeler okunduktan sonra, bütün Türk Milletini, özelikle, Türk aydınlarını vicdan ve fikir hesaplaşmasına çağırmak isterim…”
Atatürk’ün bizzat iki gazeteciye dikte ettirerek yazdırdığı “Nutuk” öncesi anlattığı anılarının içinde başlıca şu konular vardır;
Selanik günleri ve Cemal Paşa ile yakın dostluğu
Adana, Diyarbakır, Suriye ve Filistin günleri
İhtilalcı Mustafa Kemal ve Annesi
Veliaht Vahdettin ile Almanya gezisi
Mustafa Kemal’in 7. Ordu Komutanlığı
Liman Von Sanders ile olan ilişkileri
Sultan Vahdettin ile görüşme ve Anadolu’ya geçiş
Fevzi Paşanın hizmetleri
Atatürk’ün Müfettişlik görevi ve yetkileri
Damat Ferit Paşanın kuşkusu
Yunanlıların İzmir’e çıkması
Paşa, Paşa!.. Devleti kurtarabilirsin!
Samsun’a doğru
Bu konuların her biri birbirine sıkı sıkıya bağlı olan konular.
Takdir edersiniz ki hepsini bir köşe yazısında ele almamız imkânsızdır.
Bu nedenle, Mustafa Kemal’in Sultan Vahdettin ile yaptığı görüşmelerin içinde önemli bir yer tutan “Samsun Yolculuğunun” nasıl başladığının içeriğini Atatürk’ün kendi dilinden noktasına virgülüne dokunmadan okuyalım istedim…
Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le –neredeyse- diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden bize bakan görüntü şu; Birbirine paralel çizgiler üzerinde düşman zırhlıları… Bordolarındaki toplar, sanki Yıldız Sarayı’na doğrultulmuş!.. Bunu görmemek için oturduğumuz yerden başımızı sağa sola çevirmek yeterli idi. Vahdettin, hiç unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı;
“Paşa, paşa!.. Şimdiye dek Devlete çok hizmet ettin!.. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir!.. (Elini, demin sözünü ettiğim kitaba bastı ve ekledi;) Tarihe geçmiştir!.. ( O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Sessiz ve dikkatli dinliyorum.) Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir!..
Paşa, paşa… Devleti kurtarabilirsin!..
Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin, benimle içtenlikle mi konuşuyor?..
O Vahdettin ki, yabancı hükümetlerin yüzüncü derecede aletleriyle ilişki arayarak Devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu; bütün bu yaptıklarından pişman mı olmuştu?.. Aldatıldığını mı anlamıştı?.. Fakat böyle bir yorum ile başka başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendisine sade bir karşılık verdim;
“Kişiliğime güveninize ve bana bunca yüz verişinize teşekkür ederim. Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz!..”
Söylerken, kafamdaki bilmeceyi de çözmeye çalışıyordum. Çok iyi anladığım, Veliahtlığında, Padişahlığında bütün duyu ve fikirlerini, eğilimlerini, düzmeceliklerini tanıdığım adamdan, nasıl yüksek ve soylu bir davranış bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak gerektir, istersem bunu yapabilirmişim!.. Nasıl?.. Hemen kavradım; Vahdettin demek istiyordu ki, hiçbir gücümüz yoktur. Tek dayanağımız, İstanbul’a egemen olanların politikasına uymaktır. Benim görevim, onların yakındıkları sorunları çözmekti…
“Merak buyurmayınız, efendim” dedim. “Yüksek görüşlerinizi anladım. İzin vermek lütfünde bulunursanız, hemen yola çıkacağım ve bana buyruklarınızı hiçbir an unutmayacağım.”
“Başarılı ol!.. “ yüksek dileğine eriştikten sonra huzurundan çıktım. Naci Paşa, Padişahın Yaveri, fakat benim Hocam, hemen benimle buluştu. Elinde ufak bir mahfaza içinde bir şey tutuyordu.
“Zat-I Şahane’nin küçük bir anısı…” dedi.
Kapağın üzerinde Vahdettin’in ilk harfleri işlenmiş bir saatti, bu!..
“Peki, teşekkür ederim” dedim.
Yaverim aldı. Sonra, sanki Yıldız Sarayı’ndan çıktığımızı ve yola çıkmak üzere olduğumuzu saklamak ister gibi sakınarak, ayaklarımızın patırtısını işitmekten korkarak, Saray’dan ayrıldık.
Samsuna Doğru…
Artık, Şişli’deki evi bırakmak üzereyiz…
“Bandırma” vapuru Galata rıhtımında hazır… Bildiğimiz bu… Komutamızda olanlar, belirli saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil, kapımın önündeydi. Evdeki Allahaısmarladıkları bitirmiştim. Tam o sırada, gelip beni büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre, ya yola çıkışıma engel olunacağını, ya da vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm.
Daha sonra, bir zamanlar, uzun süre yanımda çalışan bir kurmay da gelip, buyruğunda çalıştığı bir Damat’dan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi. Bir an, yalnız kaldım… Ve düşündüm; Bu dakika, düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı?.. Beynimde bir şimşek çaktı; Tutabilirler, sürebilirler ama öldürmek!.. Bunun için beni, Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak gerektir. Bu ihtimal, mantığa uygundu. Ancak, benim için yakalanmak, hapsedilmek, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan alıkoymak, hepsi ölümle eşitti. Hemen karar verdim; otomobile atlayıp Galata rıhtımına geldim. Baktım ki, rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana, yola çıkması için emir verdimde de, Kızkulesi açıklarında yoklanmak için durdurulduk. Birkaç yabancı subay ve asker, bizi yoklayacaklar mıydı?.. Yoklama uzayıp gitti… Gelip gidildiğine göre, acaba bunlarla şehirdekiler arasında bir haberleşme mi vardı?.. Amaç beni tutuklamaksa, bütün bu şeylere gerek yoktu, sıkılıyordum. Bir kararsızlıkta olabilir, diye düşündüm. Bundan yararlanmak için, kaptana, yola çıkma hazırlıklarını çabuklaştırmasını söyledim.
Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan, demir aldırmaya başladı. Ben kaptan köşkünde idim. Subaylar ve askerler dışarı çıktılar. Kalktık. İstanbul Boğazı’ndan çıkarken kaptana, ürkütücü olasılıkları anlattım.
Karşılık verdi;
“Ne ters rastlantı” dedi, “bu denizi de iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk!..”
El verdiğince, kıyıları izlemesini salık verdim. Çünkü bundan sonra benim tek istedim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktı. Kıyıyı izleye izleye önce Sinop’a vardık. Kasabaya çıktım, oradakilerle görüşerek Samsun’a kolaylıkla gidilecek yol olup olmadığını soruşturdum; yazık ki yokmuş!.. Çok güçlük çekecek, üstelik günlerce yollarda kalacaktık. Bilmem neden, Samsun’a bir an önce ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki, zaman yitirmektense, tehlikelere göğüs germeyi yeğ tuttum.
Yeni baştan Bandırma vapuruna bindik. Değişmeyen düzenle gezimizi sürdürerek sonunda Samsun Limanı’na vardık!
Mustafa Kemal Atatürk’ün iki gazeteciye birebir anlattıklarını yeniden okuyup bir kısmını yazarken yeniden “Kurtuluş Savaşının” sürecini düşündüm.
Bugüne kadar çeşitli kaynaklardan okuduklarım ve tespit ettiklerimden sonra Atatürk’ün Samsun’a gidişi ile ilgili düşüncem ve kanaatim şu şekildedir.
Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Devletinin “derin aklı” tarafından en azından Anadolu Coğrafyasını düşman işgalinden kurtarmak için özel seçilmiş bir “Komutandır!”
Padişah Vahdettin’de devletin “derin aklı” tarafından ikna edilmiş, bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, “Samsun bölgesinde ortaya çıkan sorunları ortadan kaldırmak, silahları toplamak ve halkın güvenliğini sağlamak” görev tanımı ile “Samsun’a doğru Bandırma Vapuru” ile birlikte kendisine eşlik eden mahiyetiyle birlikte yola çıkmıştı.
Mondros Mütarekesinden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geldiği ve Anadolu’ya geçmeden önce birkaç kez Padişah Vahdettin ile görüştüğü herkesin malumudur.
Bu görüşmelerin gerçekleşmesine hocası olan Naci Paşa aracılık yapmıştır.
Naci Paşa (Abdüllâtif Naci Eldeniz) Harp Okulunda görev yapmış olduğu uzun yıllar boyunca, talim muavinliği, ders nazırı muavinliği gibi görevlerde bulunmuş, Askerî Tabiye dersini vermiş bir komutandı.
Mustafa Kemal Paşanın “Milli Kurtuluş Savaşını” Samsun ilimizden başlatması için Padişahla görüşmesini sağlayan “devlet aklının” görevlendirdiği kişi olan “Naci Paşa” başta Atatürk olmak üzere, daha sonra hem askerî hem de siyasî anlamda önemli kademelere gelecek olan isimlerin öğretmenliğini yapmıştır. Naci Paşanın Vahdettin ile Atatürk arasındaki görüşmeyi sağlayan kişi olması bu bakımdan da çok manidardır.
Mustafa Kemal Paşa ve mahiyetindekiler 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktıktan sonra Amasya, Sivas ve Erzurum Kongreleri yapılmıştır.
Erzurum Kongresi için bu şehrimize giden askerlikten istifa etmiş Mustafa Kemal Paşa’ya; “Paşam dün olduğu gibi bugün de bütün kolordumla emrinizdeyim. Sizi koruması için bir bölük asker getirdim” diyen Kazım Karabekir Paşa’da devletin “derin aklının” gereğini yerine getirmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın elini daha da güçlendirmiştir.
Daha sonra İstanbul’da bulunan çok değerli komutanların Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısı üzerine Anadolu’daki Kurtuluş Hareketine katılmak için Ankara’ya gelmeleri hep bu bağlamda değerlendirilmelidir. Askerlerin dışında önemli düşünce insanlarının da Ankara’ya geldiğini biliyoruz. Bu isimlerden birisi olan İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif hakkında “Ankara Günlerine” ait yazılan kitaptan alıntılar yaparak bir makale yazdığımı hatırlatmak isterim.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarda isimlerini verdiğim gazetecilere bizzat dikte ettirdiği hatıralarını okuduktan sonra, kimsenin bu anıları bilmediğini ya da görmemezlikten geldiğini görmüş ve çok üzülmüştüm.
Hâlbuki bu anıların içinde “yakın tarihimize ışık tutacak” çok değerli bilgiler vardır!
Mustafa Kemal Atatürk’ün iki gazeteciye birebir anlattıklarını yeniden okuyup “Samsun yolculuğunu” kendi anlatımıyla yazarken, bir kez daha “Kurtuluş Savaşının” sürecindeki olup bitenleri düşündüm.
Bugüne kadar çeşitli kaynaklardan okuduklarım ve tespit ettiklerimden sonra Atatürk’ün Samsun’a gidişi ile ilgili düşüncem ve kanaatim şu şekildedir.
Kanaatim ve inandığım gerçek şudur ki; Mustafa Kemal Paşa Osmanlı Devletinin “derin aklı” tarafından en azından Anadolu Coğrafyasını düşman işgalinden kurtarmak için özel olarak seçilmiş bir “Komutandır!”
Padişah Vahdettin’de devletin “derin aklı” tarafından ikna edilmiş ve Mustafa Kemal Paşa “Samsun’a doğru Bandırma Vapuru” eşliğinde, yanına verilen mahiyeti ile birlikte “her adımı en ince detayına kadar hesaplanan bir hedefe doğru” yola çıkmıştır.
Şu düşüncemi de ifade etmek isterim; elbette bu konuda benim gibi düşünmeyen insanlar vardır ve doğal olarak olacaktır da!
Sadece okumadan, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olan insanlar bu konularda gelişigüzel konuşup yazdıkları için tahammül edemiyor ve onlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum!
Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsuna çıkışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Zira, Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu Coğrafyasında bir kuruluş savaşı vermiş, ve bu savaş sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan ve bağımsız bir devlet kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk şunları ifade etmişti;
“Şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir zaman bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler önemli ise, gösterilen başarılar belli ise, devrimler dikkati çekici ise her birey kendini tebrik etmelidir. Çünkü, böyle büyük şeyleri ancak çok yetenekli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her bireyi, böyle en yetenekli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin…” (1923-Atatürk’ün S.D.H, s.123)
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…