Bir Karadenizli olarak yeşile ve maviye olan sevgim ve hasretim oldukça fazladır. Bu hususlarda gerçekleştirmiş olduğum araştırmalar ve sürdürdüğüm yerel faaliyetler sayesinde memleketim Rize’de de hatırı sayılır bir çabam ve çevrem bulunmaktadır.
Gerçekleştirmiş olduğum yurt dışı ziyaretlerimde ve özellikle son olarak seyahat etme fırsatı bulduğum Avustralya’da bu bakımdan ufuk açıcı gözlemlerde bulunduğumu da belirtmek isterim.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, çevre bilincinin yüksekliği bakımından toplum ve devlet olarak kendimizi acilen sorgulamamız gerektiğini düşünmekteyim. Bu bakımdan, geçici olarak konakladığımız ve sadece misafir olarak bulunduğumuz bu toprakları son derece özenli bir şekilde kullanmamız ve gözetmemiz gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.
Üzerinde yaşadığımız ve bizlere miras kalan bu değerli ülkeyi, her karış toprağını hiç kimsenin insafına bırakmamalıyız.
Bu konudan hareketle, yazımda madencilik faaliyetleri öncesinde temin edilmesi zorunlu olan “çevresel etki değerlendirme” raporunun bir hak kaybına neden olup olmadığını/olamayacağını sorgulamak istiyorum.
Bu kapsamda bazı ulusalüstü mahkeme kararlarını da hatırlatmak gerekmektedir:
Örneğin AİHM’e göre, tabiat ve ormanların, daha genel anlamda çevrenin korunması kamu vicdanında ilgili makamların sürekli ilgi ve desteğini gerektiren bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle Devlet bu konuyla ilgili yasalar çıkarmış ise, ekonomik zorunluluklar ve mülkiyet hakkı gibi bazı temel haklar, çevrenin korunmasıyla ilgili değerlendirmeler karşısında öncelikli olmamalıdır (Hamer/Belçika, no. 21861/03, 27 Kasım 2007, par. 79).
AİHM, çevre sorunları üzerinde etkisi olan Devlet kararlarına konu teşkil etmiş bir davada, yapacağı incelemenin iki yönünün bulunduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme ilk olarak, 8. maddeye (özel hayata saygı hakkı) uygun olduğundan emin olmak amacıyla ulusal mercilerin kararının maddi içeriğini değerlendirebilir. İkincisi, kişi menfaatlerinin göz önünde bulundurulup bulundurulmadığını doğrulamak amacıyla karar alma süreciyle ilgilenebilir (Öçkan ve diğerleri/Türkiye, no. 46771/99, 28 Mart 2006, par. 41; Hatton ve Diğerleri/İngiltere, no. 36022/97, 08 Temmuz 2003, par. 99).
Mahkemeye göre, devlet için çevre ve ekonomi politikasına ilişkin karmaşık sorunları irdelemek söz konusu olduğunda, karar alma süreci öncelikle, çevre ve kişi haklarını ihlal edebilecek faaliyetlerin etkilerini tespit edecek ve önleyecek şekilde uygun soruşturma ve araştırmaların yapılmasını ve böylece birbiriyle çatışan çeşitli menfaatler arasında dengenin sağlanması gerekmektedir.
Halkın, yapılan araştırmaların sonuçlarına ve karşı karşıya olduğu tehlikenin değerlendirilmesini sağlayan bilgilere ulaşmasının önemi kuşku götürmemektedir. Sonuç olarak ilgili kişiler, karar alma sürecinde menfaatlerinin ya da görüşlerinin yeterince göz önünde bulundurulmadığına kanaat getirdikleri takdirde, her türlü karara, eyleme ya da ihmale kaşı mahkemeler önünde itirazda bulunabilmelidir (Taşkın ve diğerleri/Türkiye, no. 46117/99, 10 Kasım 2004, par. 118).
Mahkeme, her zaman olduğu gibi, Sözleşme’nin 8. maddesi ile bireyin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkının korunduğunu vurgulamaktadır.
Mahkeme; Sözleşmenin, temiz ve sessiz bir ortamda yaşama hakkını mutlak kılmadığını ancak kişinin doğrudan veya ciddi bir gürültü ya da başka türlü kirliliklerden rahatsız edildiği zaman 8. madde kapsamında bir sorun ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Bkz. yukarıda anılan Hatton ve diğerleri, par. 96).
Bu bakımdan Mahkemeye göre 8. madde, faaliyetlerin etkisinin çevreye ciddi hasarlar bırakacak ya da kişinin huzurunu kaçıracak derecede olması halinde ayrıca kişinin sağlığını
tehlikeye atmadan özel-aile yaşamına zarar vermeyecek şekilde evinden yararlanması engellendiği durumlarda uygulanabilmektedir (Lopez Ostra/İspanya, no. 16798/90, 9 Aralık 1994, par. 51).
Bununla birlikte, ilgililer, kendi yaşam tarzları ya da mülkiyetleri hakkında meydana gelebilecek etkileri ile her iki konuya ilişkin oluşabilecek tehdidi ortaya koymalıdır (Ali Rıza Aydın/Türkiye, no. 40806/07, 15 Mayıs 2012, par. 28).
Yukarıda açıklanan bazı kararlar ve vicdanımızın sesine göre hareket edildiği takdirde, çevresel etki değerlendirmesi ile gerçekleştirilmesi planlanan projelerin hazırlık, inşaat ve işletme sırasında ya da işletme sonrasında, çevre unsurlarında doğrudan ya da dolaylı olarak, kısa veya uzun dönemde, geçici ya da kalıcı, olumlu ya da olumsuz yönde ortaya çıkması olası etkilerinin belirlenip belirlenmediği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin irdelenip irdelenmediği, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilip değerlendirildiği, ayrıca projelerin uygulanmasının izlenip izlenmediği ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaların belirlenip belirlendiğinin her somut olay bakımından ayrı ayrı ele alınmasının gerekli olduğu bilinmelidir.
Son olarak bu konuyla ilgili olarak belirtmeliyim ki; vatandaşlarımızın ve tabi ki kurumlarımızın çevreye olan hassasiyetinin, umursamazlıktan sıyrılıp yarınlara yemyeşil bir Ülke bırakma sevdasının artacağına inancım tamdır. Çevrenin korunmasına ve geliştirilmesine dair her türlü hukuksal önlemin de yasa koyucular tarafından acilen ele alınmasının da bir zorunluluk olduğunu naçizane hatırlatmak isterim.