Değerli sınıf arkadaşım Ali Rıza Bayzan’ın yazmış olduğu ve imzalayarak bana yolladığı “sûfi ile terapist” isimli kitabını elime aldığım da aslında niyetim yoktu kitapla ilgili bir köşe yazısı yazmaya!...
Fakat kitabın “söz başında” hak etmediğim halde ismime yer verince ve bana ithafen imzaladığı kitabında “…belki 30 yıl üzerine dostlukların kaldığı yerden devam edebilmesi ne kadar güzel değil mi?” ifadesi, beceremeyeceğimi bile bile bu köşe yazısını bana yazdırmaya başladı!...
Kitabı yıllar sonra gittiğim Baba ocağı Rize/Başköy’de Ramazan ayında okudum. Sanırım “sûfi ile terapist” kitabını okumak için en ideal yerlerdendir bizim köy…
Sûfilere göre tasavvuf,”İslam maneviyatı’dır”…Sûfi yolu, “temeli aşk olan ve insanları uyandırmak ve dönüştürmek için aşkın gücünü kullanan bir insanı gelişim sistemidir” cümlesini okuduğumda bu yazıyı yazmak için kendime biraz daha güvenim geldi desem abartmış olmam!…
Ben tasavvuf ehli bir arkadaşınız değilim! Fakat bu arayışın yolculuğunu ta çocukluğumdan bugüne gelene kadar duymuş, anlamaya çalışmış ve gıpta ile bakmışım…
Sûfilere göre insanı insan yapan, insanı diğer varlıklardan farklı ve üstün kılan, ruhunun “İlahi bir nefes” oluşudur… Bu noktadan hareketle cesaretimi toplayarak, kitabın için de bol bol yer alan tasavvuf hikâyelerine benzer bir hikâyeyi de kendi hayatımdan anlatmak istiyorum… Sûfi ile Terapist kitabından öğrendiğime göre de “Sûfiler açısından hikâyelerin önemi de çok büyükmüş”…
Çocukluğum da duyduğum ve her dinleyişim de heyecanlandığım hikâyenin gerçek olduğuna inanmış ve çeşitli yerlerde de dillendirmekten de büyük keyif almışımdır…
Dedemin dedesi olan Rahmetli İbrahim Dedem ve eşi köyümüzde sade bir hayatın içinde yaşayan iki insan… İbrahim Dedem namazında niyazında eşine ve çocuklarına düşkün çalışkan bir yaradılışın insanı. Fakat eşinin gözünden kaçmayan ve onu düşündüren bir tarafı var dedemin…
Sûfilere göre tasavvuf “söz değil yaşantıdır” düsturuna uygun düşen İbrahim Dedemin gizem dolu gece yolculukları varmış! Bu yolculuklar genel de Cuma geceleri oluyor ve eşinin Dedem hakkında zamanla kuşkuları oluşmasına sebep oluyor… Bir akşam eşini takıp etmeye karar veriyor. Nereye gider ne yapar, yoksa kuşkulandığı noktada haklı mı haksız mı öğrenmek istiyor!
Dedem her zaman ki gibi evden çıkıp gideceği yere doğru yol almaya başlayınca kuşkulu eş de peşine düşerek takibe başlıyor…Gecenin karanlığında yol alan Dedem köyümüzün ortasında bulunan caminin içine girince eşinin merakı daha bir artmıştı. O da eşinin peşinden camiye girdiğinde,gördüğü manzara karşısında korkuya kapılıyor!
Derhal eve geri dönüyor eşinin eve gelmesini beklemeye başlıyor… İbrahim Dedem eve geç vakit de geldiğin de sevgili eşi mahcup bir ruh haliyle, “bu gece seni takip ettim” diyor. Dedem tavrını bozmadan “ee diyor, ne gördün?”
Sevgili eşi başlıyor anlatmaya; “evet seni takip ettim çünkü senden şüphelenmeye başlamıştım. Camiye girdiğini görünce aslında biraz rahatlamadım değil ama geriye dönmedim ve arkandan camiye bende girdim… Gördüklerim karşısında hem korktum hem de çok sevindim… Caminin girişinden itibaren kandiller yanıyordu, dışarıda ki zifiri karanlığa rağmen caminin içi aydınlıktı. Köyümüzde daha önce vefat etmiş bir sürü tanıdıklar ordaydı ve sen cemaatin önünde bunlara imamlık yapıyordun!...”
Dedem; “neden korktun, sen de gelip arkada saf tutsaydın” dediğin de, sevgili eşi; “hem mahcup oldum hem de senin hakkında ki zanlarımdan dolayı korkup camiden uzaklaştım” diye cevap veriyor!….
Bu olayı düşündüm kitabı okurken… Sonra anlatılan bu olayı bir temele nasıl oturturum diye düşünürken, “Sûfi ile Terapist” kitabında şöyle bir ifadeye rastladım,”sûfinin esas amacı akıldan çok kalbe işleyen söz söylemektir” ve bu olayların mantıksal analizini yapmak esastan bizi uzaklaştırır!
Şunu da ifade etmek isterim bu hikâyenin ardından… Ben bireysel olarak kitap da geçen “haller ve makamların kesbi mi, başka bir deyişle insan çabasıyla mı kazanıldığı yoksa vehbi mi, başka bir deyişle İlahi bir lütuf yoluyla mı edinildiği tartışmalıdır” ifadelerinde ki “insan çabalarıyla kazanıldığı” noktasında değilim!...Bu olayların ilahi bir lütuf olduğunu ama benim gibi günahkar kulların bu hallere anlam vermekte zorlandığını düşünüyorum!...
Şimdi bana soruyorsunuz okuduğun bu kitap sana ne verdi? Ne anladın? Sanki asıl olanı izah edemeyeceksin diye bir hal sezdik senden diye!
Cüneyt “Sûfiler bir ailenin ferdleri gibidir, yabancılar aralarına giremez” dediği gibi ben de bu aileden olmadığım için zaman zaman bocaladığım olmuyor değil! Sanıyorum okuduğum bu kitabın bana öğrettiği en önemli kriter şu oldu; “Bütün peygamberlerin öğütlerinin özeti şudur; “Kendine bir ayna ara” Şems-i Tebrizi’nin bu sözü bile başlı başına bir reçete sunabilmekte insana!..
Ali Rıza Bayzan Dostumun yıllar için de büyük bir emekle hazırladığı “Sûfi ile Terapist” kitabının okuyucuya vermek istediği mesajın ana fikri bana göre şudur; Ahmet Hamdı Tanpınar’ın “etrafımızda olup bitenlerin şuuruna varırsak yaşamak bizim için bir dua olur” sözünde kendini bulan günümüz insanının maddi ve manevi dünyasıyla olan problemlerini Allah’ın ipine sarılarak halledebileceği gerçeğidir…
Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…