İzmir uyurken ben ayaktaydım!

Abone Ol

Hakikatten insan kendisini en güzel şiirle ifade edebiliyor diye düşünüyorum!
Yıllar önce Özcan Beyaz Dostumun öncülüğünde çıkartılan ”Çayeli Sevdalıları” isimli şiir kitabının önsözünde şiire dair şunları yazmıştım.
“Şiir neyin hikâyesidir?
Bunu her okuduğum şiirde yıllardır arayan birisiyim.
Dostluğun mu?
Gurbetin mi?
Şefkatin mi?
Merhametin mi?
Uzaklığın mı?
Ölümün mü?
Evet, neyin hikâyesidir şiir?
Yüreğimizde sızılar var!
Ve onu duyurmak için kelimelerle bir duygu köprüsü kurarak duygularımızı ifade için şiirler kaleme alıyoruz!
Şairler Sultanı Necip Fazıl; “Şiir mukaddes eşiğin süpürgesi; şair de boynunda ki süpürgecilik borcuyla insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisidir…”diye tarif eder şiiri ve şairi.
Nefes alıp verdiğimiz süreçte bir nedeni olsun yâda olmasın hissettiğimiz karmakarışık duygu yoğunluğumuzda imdadımıza koşan iki güzel şeyden birisidir şiir!
Bir diğeri de türkülerimizdir.
Şiir, sadece içimizdeki hüznü beslemiyor, sevgi adına ne varsa onu da besliyor ve dile getiriyor.
Besledikçe; hüzünde, sevgide büyüyor ve başka bir boyuta geçiyor insanın duyguları.
Bazen hüznün akıttığı gözyaşlarını şiir okuyarak hafifletebilmekte mümkün olabiliyor.
Şiiri insan iliklerine kadar hissettiği an, ruhunu hırpalamaya yâda kanatlandırmaya başlamıştır diyebiliriz.
Öyle ki, düşünmekten bitap düşünceye kadar devam eden “hüzün ve şiir arkadaşlığı” insanın kendisine eziyeti olarak ta görülebiliyor!
Bizim memlekette söylediğimiz türkülerimizin hepsi de şiir tadında duygularımızın melodik bir şekilde dışa vurumudur bir bakıma.
Şiirin diğer arkadaşının türkülerimiz olduğunu söylemiştim.
Yüreği sızlayan her insanın kendi iç dünyasında yaşattığı hem türkü hem de şiir tadında bir hayatı vardır!
Bendenizde de; yüreğimin sızladığı bir anda iç dünyama yaptığım yolculuklardan birinde duygularımı şiir ile dile getirmiştim, işte o satırlar.
Gece pencereden baktım dışarıya,
Uyuyordu İzmir.
Şafak sökmek üzereydi,
Tatlı ılık bir rüzgâr eşliğinde,
Uyuyordu İzmir.
İnciraltından ta Karşıyaka’ya kadar,
Hastanelerde ışık yoğunluğu vardı,
Belli ki derdin büyükleri oralardaydı!
Bomboş sokaklar,
Başıboş gezen kediler ve köpeklere emanetti.
Deniz sessiz,
Sokaklar sessiz,
Dağlar sessizdi.
Ya yüreğim?
İzmir uyurken,
Beratını alamamış insanlara inat,
Ben ayaktaydım!
Belki de,
Yüksekten bakmanın böyle bir tarafı vardır.
İnsan neye, nasıl baktığını bilirse,
Daha berrak görebiliyor her şeyi.
İzmir uyuyordu!
Ben uyumuyordum!
Yüksekten zemin kaybetmiş duygularımla!
Şafağın sökmesini, güneşin doğmasını beklerken,
İzmir uyuyordu!
Sessiz sessiz ağlarken insanlara inat!
Başımı secdeden kaldırırken,
Bitmesini istemediğim bir geceden sonra,
Sahiden,
İzmir uyuyordu!
Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun....