Hayat ve ölüm.
Bir saniyelik varoluş ve dünyadan yok oluş.
Bir varsın bir yoksun.
Dünyadan ahirete yolculuk.
Bütün her şeyini geride bırakıp gidiyorsun. Sevdiklerin, sevmediklerin, sevenlerin, sevmeyenlerin, malın, mülkün, makamın velhasılı her şeyini bırakıp terk ediyorsun dünyayı.
Yaşadıklarınla ya da yaşayamadıklarınla, ahlarla vahlarla, tühlerle, keşkelerle geçen bir dünyadan veda ediyorsun.
Olmak ya da ölmek.
Ölmeden önce olmayı başarabilmek.
Geride bıraktıklarımıza bir daha dönemeden gitmek.
İki çizgi arasında ne yaptıysak, karşımıza çıkacak olan o.
Ya Halık’a kulluk, ya da mahluk’a . Kulluk Halık’a ise, sonu kurtuluş, eğer kulluk kul’a ise sonu ebedi yok oluş.
Men dakka dukka. Eden bulacak. Dünya ahiretin tarlasıysa ne ektiysek onu biçeceğiz.
Ya Yaradan’a esir olacağız, ya yaradılana, ya ölümden korkacağız, ya ölüm bize yar olacak. Ölüm güzel olmasaydı hiç ölür müydü Peygamber.
Dünyadaki güzelliklerin peşinden gidip ölümle çirkinleşeceğimize, gerçek güzele kavuşmak için O’nun yolunda koşmamak niye.
Para kazanma ve rütbe hırsından dolayı, Ne Allah, ne eş, ne çoluk çocuk, ne de dostları hatırlıyoruz. İlla da para ve rütbe. Halbuki hayatımızın, ‘’insandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal’’ mısrasındaki gibi olması lazımdı.
‘’Ölmeden önce ölünüz’’ düsturunundaki ince çizgiyi yakaladığımızda,ölenle ölünmeyeceğini, bir gün hepimizin toprağın kara bağrındaki yerimizi alacağımızı unutmadan yaşayabilmek.
Kul hakkı yemeden, hiç kimseyi incitmeden, kırmadan, küstürmeden, hak geçirmeden yaşabilmek ve haklıya hakkını verebilmek.
Rabbine aşık, Peygamberine sevdalı bir yürek.
Gönlünde kibirden, enaniyetten, böbürlenmekten, büyüklenmekten eser kalmamak.
Tevazulu, alçak gönüllü, haddini bilerek yaşamak.
Abidlerin, velilerin, fakihlerin, mutasavvıfların, salihlerin, ecdadın yolundan yürüyerek gitmek.
En sevgiliye kavuşana dek , koşarak gitmek.