O gün Edebiyat Dersimiz vardı.
Konumuz Divan Edebiyatı Şiirleri idi.
Dersimizin Hocası ise Muammer Okur’du.
Ve hikâyesini yazmaya çalışacağım hatıradaki talebede bendenizdim.
O sınıf da kimler yoktu ki!
Daha makalenin en başında, bütün sınıf arkadaşlarıma; manen selamlarımı, sevgilerimi ve muhabbetlerimi yolluyorum.
Hocamızın göz işareti ile birlikte oturduğum sıradan ayağa kalkarak; Yahya Kemal’in “Lale Devrini” anlattığı şiirini, bir taraftan okumaya bir taraftan ise açıklamaya çalışıyordum.
O şiirin bir yerinde büyük şairimiz, Lale Devrindeki eğlence anlayışını tasvir eder ve derki;
“Gülerdi tahtı-ı zerrin üzere Cem Gülşen de güllerle
Sebu-endam sakiler elinden bade geldikçe…”
Ben şiiri okurken, Hocamızın sınıfın başka bir bölgesine dikkatini verdiği düşündüğüm bir anda ağzımdan latife olsun diye, şiirde geçen “Cem Gülşen” yerine “Fenerbahçeli Cem” ifadesi çıktı!
Muammer Hoca, Fenerbahçeli Cem ifademi duymuştu.
Aniden bizim tarafa dönerek bu cümleyi kimin söylediğini bütün sınıfa sordu.
Sıralarında oturan hiçbir arkadaşımız hocamızın bu sorusuna cevap vermeyip, sadece kafalarını sıralarının üzerine eğerek bıyık altından tebessüm ettiler.
Ben ise zaten dersi anlattığım için, Muammer Hocamıza bu ifadeyi benim söylememin imkânı olmadığını ifade ettim.
Doğal olarak Muammer Hocamda; “Evet biliyorum sen dersi anlatıyordun, fakat bu densizliği kim yaptıysa ortaya çıkmasını” aksi takdir de dersin sonuna kadar bütün sınıfı bu patavatsız ifadeden dolayı töhmet altına bırakacağını söyledi.
Tabii sınıfta hiç kimse Muammer Hocamızın söylediğini üzerine almadı, ders kaynadı, biraz sonrada zaten zil çaldı, sınıfı boşalttık.
Hatıramızın burasında, değerli Muammer Okur Hocamıza dair şu tespiti yapmak isterim.
Merhum Hocamız kızdığı zaman dahi, öğrencilerin yüzünde tatlı bir tebessüme yol açan, duygulu ve çok samimi bir insandı.
Kısaca; okulda hocaydı, sokakta arkadaştı ve cemiyetin içinde ise çok güzel bir insandı.
Maalesef o günkü Edebiyat dersinde suçluyu bulamamıştı Hocamız!
Ne yalan söyleyeyim, bütün sınıf Muammer Hocanın bir sonraki derse kadar “Fenerbahçeli Cem” mevzuunu unutacağını düşünmüştük!
Birkaç gün sonra yeni bir “Edebiyat Dersi” gelmiş çatmıştı.
Hocamız koyu lacivert takım elbisesi ile her zamanki gibi şıktı, sınıfa girdi, masasına oturdu.
Doğal olarak tüm “6 Fen B Sınıfı” pür dikkat Hocamızın meseleyi unutup unutmadığını merak ediyordu.
Nihayet yoklama yapıldı.
Hocamız tahtanın önüne geçti sınıfa bir göz atarak; geçen dersimizde “Fenerbahçeli Cem” densizliğini kimin yaptığını, suçluyu bulup bulmadığımızı sordu sınıfa.
O anda ben ve birkaç arkadaşımız şunu düşündük; eğer bu meseleyi bugün halledemezsek, koskoca iki saat edebiyat dersimiz bize azap olacak!
Bu yüzden bir şeyler yapmalıydık!
Anı bir kararla ayağa kalktım ve dedim ki; “Hocam bir önceki derste o densizliği yapan arkadaş çok üzgün ve onun için bugünkü dersinize de o günkü mahcubiyetinden dolayı gelemedi!”
Bu cümleyi söyledikten sonra sadece Muammer Hoca değil, sınıftaki herkes merak ediyordu hangi arkadaşımızın ismini vereceğimi!
Zira sınıf arkadaşlarım da gayet iyi biliyordu ki, o herzeyi yiyen benden başkası değildi!
Muammer Hocamız suçluyu bulmuş olmanın rahatlığı içinde bana sordu;
“Söyle bakalım kimmiş bu arkadaşınız?”
Bende o gün derse gelmeyen arkadaşımız Mehmet Kutlu’nun ismini söyledim!
O andan itibaren sınıfta gülüşmeler başlamıştı.
Muammer Hoca elini kaldırarak sınıfın susmasını istedi.
Tam bu sırada sınıfın kapısı üç defa çalındı, hoca “gir” dedi ve içeriye az önce ismini verdiğim Mehmet Kutlu arkadaşımız girdi.
Bütün sınıf bu defa kahkahalarla gülmeye başlamıştı.
Mehmet arkadaşımız ise mahcup bir edayla ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Ama en önemlisi Hocamızın tavrıydı bana göre!
Sadece arkadaşımıza değil bütün sınıfa dönerek; benim gözümden hiçbir şey kaçmaz, bir daha dersinde bu tür ciddiyetsizlikler istemediğini uzun uzun Mehmet arkadaşımıza ve tüm “6 Fen B” sınıfına anlatmıştı.
Dersten sonra durumu Mehmet arkadaşımıza izah etmiş gönlünü almıştık, o da bizi çok anlayışla karşılamıştı.
Şunu da ifade edeyim; sınıf arkadaşlarımdan hiç birisi beni Hocamıza şikâyet etme yoluna da gitmeyerek, Çayeli Liselili olmanın ne demek olduğunun muhteşem bir örneğini vermişlerdi.
Bir kez daha “Çayeli Lisesi” aidiyeti üzerine olan ifadelerimi bu muhteşem hatıram vesilesi ile yazmak isterim.
“Uzun süren dostluklar, evlilikler, aşklar neler ve neler bitebiliyor bu hayatta. Zaman fikirlerimizi dahi değiştirebiliyor.
İş dünyamız zenginleşebiliyor.
Yeni dostlarımız yeni çevremiz olabiliyor.
Bütün bunların değişmesine yâda gelişmesine rağmen ben kendi adıma söyleyebilirim ki; kişiliğimi oluşturan önemli kilometre taşlarından birisi olan Çayeli Liselilik aidiyeti hiçbir zaman bitmedi ve bitmeyecektir de!”
Yıllarca gözünüz gibi koruduğunuz, "belki ileride lazım olur" diye sakladığınız pek çok hatıradan bir gün ayrılmanız kaçınılmazdır!
Fakat yaşadığımız öyle hatıralarımız var ki; hem dünümüzü hem bugünümüzü hem de yarınımızı şekillendirir ve bize çok şey kattığını hissederiz ve bizzat yaşayarak ta bunu görürüz.
Merhum Muammer Okur Hocamızla yaşadığımız bu hatıra gibi onlarca hatırayı Çayeli Lisesinde okuyan her öğrenci bire bir yaşamış ve “gönül dağarcığının” içinde bugün dahi saklamaktadır.
Son olarak; inanıyorum ki “Çayeli Lisesi” mezunları nefes aldıkları sürece, lisedeki hocaları, sınıf ve okul arkadaşları ile yaşadıkları hatıralarını daima sohbetlerine konu edecek ve Oktay Rıfat’ın dizelerine kulak vererek, ölene kadarda bu hatıraları yaşatacaktır!
“Hatıralarda dal istiyor
Kuşlar gibi konacak…”
Not :30-31 Ağustos tarihleri arasında yapılacak olan büyük Çayeli Lisesi buluşmasına tüm mezun Arkadaşlarımız, Ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz davetlidir.