İSTANBUL (AA) - ÖMER FARUK MADANOĞLU - Tarihçi ve yazar Mehmet Dilbaz, İstanbul'da yüzyıllar boyu etnisitelerin bir arada yaşadığını ve şehrin nüfusunun her zaman kontrol altında tutulduğunu söyledi.
Tarihçi ve yazar Dilbaz, AA muhabirine, İstanbul'da yaşayan etnisitelerle ilgili açıklamalarda bulundu.
Dilbaz, Osmanlı Devleti'nin İstanbul'u fethetmesiyle şehirde bulunan etnisiteleri zorunlu göçe tabi tutmadığını ve yaşamalarına izin verdiğini belirterek, İstanbul'un fethi sırasında şehirde yaklaşık 10 bin civarında nüfus yaşadığını aktardı.
Osmanlı Devleti'nin İstanbul'u fethinin ardından yaklaşık 5 bin kişinin şehri terk ederek Avrupa'ya gittiğine dikkati çeken Dilbaz, şöyle devam etti:
"Büyük İstanbul, neredeyse sadece 5 bin kişinin yaşadığı hayalet kasabaya dönmüştü. Fatih Sultan Mehmet, ilk olarak şehri imar etti, ardından Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olan pek çok yerden insanı buraya taşıdı. Günümüzde Yunanistan sınırlarında kalan Yenişehir'den büyük oranda insanları getirtip günümüzdeki Balat ve Fener tarafına yerleştirdi. Anadolu'da Karamanoğulları Beyliği'nin Osmanlı topraklarına katılmasından sonra Aksaray vilayetinde yaşayan insanların büyük kısmını İstanbul'daki Aksaray semtine getirdi.
Ayrıca, imparatorluk coğrafyasının pek çok yerinde yaşayan ve zanaatkarlıkla uğraşan Ermeniler ve daha sonra kendisinin oğlu 2. Beyazıt döneminde de İspanya'dan Osmanlı topraklarına sığınan Yahudilerden tüccar ve sarraf olanlar İstanbul'a getirildi. Dolayısıyla İstanbul'daki nüfus popülasyonu yani insanların İstanbul'a yerleştirilmesi aslında Fatih Sultan Mehmet ve 2. Beyazıt'la başladı."
Dilbaz, İstanbul'un kozmopolit yapısını tüm padişahların koruduğunu dile getirerek, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul'da korunaklı nüfus politikasının başladığını ifade etti.
İstanbul'a girebilmek için belirli kriterlerin getirildiğini aktaran Dilbaz, "Geçiş izni olmayan insanların İstanbul'a gelmesi ve yerleşmesi yasaklandı. Çünkü devlet, İstanbul'daki kültürel ve demografik yapıyı bozmamak için şehirdeki nüfusu sınırlandırma kararı almıştı. Yani İstanbul'da 1930'larda, 1940'larda, 1950'lere kadar Osmanlı'nın son döneminde Sultan Abdülhamit Han'ın tahtta olduğu dönemdeki nüfus aynen korunuyordu." dedi.
Dilbaz, İstanbul'a ilk ve büyük etnisite gelişinin 1839'da Ruslardan kaçan Polonyalıların yerleştirilmesiyle başlandığına dikkati çekerek, bu yerleştirmede onlarla belirli anlaşmalar yapıldığını ifade etti.
Polonyalılara şehrin merkezinde değil, dışında "tecrit alanı" gibi kullanılan bölgelerin tahsis edildiğine işaret eden Dilbaz, "Polonyalılara, arazi olarak şehrin içinde, Fatih'in göbeğinde ya da Üsküdar'ın sırtlarında, Çamlıca'da araziler tahsis edilmedi. Bu insanlara, Beykoz'un içinde eski Cizvit papazlarına, yani Cenovalı papazlara ait tarım arazilerinin köye dönüştürülmesiyle bir Polonez köyü oluşturuldu." diye konuştu.
Dilbaz, Osmanlı Devleti'ne sığınan Müslüman ile gayrimüslim halkın aynı yerlere yerleştirilmediğini dile getirerek, "Osmanlı, 1864'teki Çerkez sürgünü sırasında gelenlere nerede yaşamak istediklerini sormuş ve onlara şehir merkezlerinde yerler tahsis etmiştir. Bu nüfusun hatrı sayılır kısmı İstanbul'a yerleşti ve ortak kültür mirasına sahip olduğu kitleye devlet ayrımcılık yapmadı." görüşünü paylaştı.
- "Marshall yardımları sonrası İstanbul nüfusu değişti"
İstanbul nüfusunun 1950'lere kadar korunduğunu belirten Dilbaz, İsrail'in kurulması sonrası İstanbul'da yaşayan yaklaşık 20 bin Yahudi'nin şehri terk ettiğini söyledi.
Dilbaz, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Türkiye'nin kendisini NATO'ya yakın yerde konumlandırmasının İstanbul nüfusuna da etkisinin olduğunu vurgulayarak, şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye, kendisine iki kutuplu dünyada yer bulmaya çalışırken devlet refleksi olarak NATO kanadında saf tutunca Marshall Yardımları ile Türkiye'de bir sanayileşme başladı. 1930'larda Henry Prost'un marifetiyle başlatılan Prost Planı çerçevesinde İstanbul gibi mücevher şehir, bir sanayi bölgesine dönüştürülmek istendi. Haliç'in ve Kağıthane Deresi'nin bulunduğu alan, Alibeyköy'e kadar olan ve Osmanlı'nın sanayi sokmadığı bölgeye, 1970'lerden itibaren büyük sanayi testleri inşa edilmeye başlandı. Doğal olarak bu sanayi tesisleri inşa edilince İstanbul'un pek çalışmayı sevmeyen, Osmanlı döneminde askere bile gitmeyen İstanbul halkı böyle fabrikalarda çalışmayacağı için Türkiye'nin farklı yerlerinden nüfus akışı başladı. Dolayısıyla İstanbul'un büyük demografik yapı değişikliği, İstanbul'un sanayileşmesiyle başladı. Bu süreç nereden baksanız 800 bin civarında sabitlenen İstanbul nüfusunu 10 yıl içinde 2, 2,5 milyona çıkardı."
İstanbul'daki kontrolsüz nüfus artışının şehrin bütün semtlerinde gecekondulaşmaya neden olduğuna değinen Dilbaz, dönemin hükümetinin, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında korunan alanlara göç nedeniyle mecburi iskan verdiğini ifade etti.
Dilbaz, Osmanlı Devleti'nin İstanbul'daki göç politikasının dönemin hükümeti tarafından anlaşılamadığı görüşünü paylaşarak, "Anadolu'dan gelenlere göre Trakyalılar yani Rumeli'dekiler, İstanbul'a daha kolay adapte oldular çünkü onlar şehir kültüründen gelmişti. Taşradan gelenler, kadim semtlere uyum sağlayamadıkları için kendilerine Ümraniye, Gültepe gibi gecekondu bölgeleri oluşturdular." bilgisini paylaştı.