Şiddet, sadece tekmelemek, yumruk atmak, cinsel yönde baskı uygulamak, herhangi bir cisimle saldırmak değildir, bu şiddetin fiziksel kısmıdır. Hakaret etmek, aşağılamak, kişiliğe saldırmak, bağırmak, küfretmek, küçük görmek gibi ruhsal bir şiddet de var ama bu çok fazla irdelenmiyor nedense. Fiziksel şiddete maruz kalmayan da bi şekilde ruhsal şiddete maruz kalıyor maalesef, gerçi bu şiddeti kadında erkeğe yapabiliyor ama oran olarak erkekler daha fazla gibi gözüküyor. Erkek egemen bir toplumda yaşadığımız için erkeğin bunu kendinde hak olarak görmesi de çok şaşırtıcı değil aslında. İşin ilginç yanı, kadının bu şiddete maruz kaldığında çoğu zaman bunu kabullenmesi, bunu erkeğin hakkı gibi görmesi. Artık eğitimli kadınların sayısı her geçen gün artıyor ve bu kabulleniş azalıyor ama hala yeterince değil bence. Biz ne zaman ki, kendimizi cins ayrımına sokmazsızın sadece insan olarak görebilirsek işte o zaman egemen profilinden uzaklaşır ve insana yapılan olguyu tartışırız.
Bütün olumsuzlukların, eğitim-öğretim eksikliğiyle açıklanmaya çalışıldığı memlekette, şiddete pek çok altyapı eksikliğinin neden olduğu gayet belirgin. Eğitimin, kültür ve kendine güven sorununu çözüme ulaştırmadığını çok açık biçimde ortada iken şiddetin de sıklıkla her kesimden kadının yaşayabileceği bir durum haline geldiği net olarak tespit edilebilir. Aşağılık kompleksi içinde -sadece erkekler için söylemek istemem bunu aslında- kendini anlayıp sorunlarını çözüme kavuşturamayan, tedaviye gereksinen pek çok insanın, kanunların ve sosyal güvenlik birimlerinin toplum ve aile yaşamında bıraktığı boşluklardan sızarak, bir boşalım aracı olarak şiddeti kullanması, çok geç kalınmış sorunlarımızın kökleştiği anlamına geliyor kanımca.
Çocukluktan itibaren sağlıklı bireyler yetiştirmeye yönelik altyapıdan yoksun, içine kapalı, tek yönlü, farklı bakış açıları geliştiremeyen ve sorunlara bela gibi yaklaşıp, çözümü savaşta bulan, kendi mutsuzluğunu başkalarını suçlayarak açıklamaya çalışan, ama gerekli tepkiyi gereken yerde gerektiği biçimde gösterecek güven ve dirayetten yoksun kişinin başvurduğu bu insan dışı boşalım, güvenlikten ve güvenceden yoksun kadının sessizliğinde gelecek nesle aktarılarak devam eden, aile içi bir durummuş gibi algılanıyor ve “aile, toplumun en küçük birimidir" lafı hayat bilgisi kitabında kalıyor. Tıpkı atıl duran bir sürü kanun, nizam gibi.
Günümüzde kadına şiddet sosyal statü falan da dinlemiyor. Okumuş, kariyerli, akıllı vs. tarzı erkekler de dayak atar ve yine aynı okumuş, kariyerli, akıllı vs. kadınlar da dayak yiyebilir ve daha kötüsü bunu sindirebilir. Yani toplumun her kesiminden kadın ve erkek işin içinde olabilir. Mesela öyle erkekler vardır ki asla kadının görünen yerine vurmazlar, dayak atarken bile bilinci yerindedir. Dayak ile terbiye zihniyeti tüm dünyada hüküm süren bir yöntem. Erkeğin fiziksel üstünlüğü burada dayak atan konumuna erkeği, fiziksel zayıflık yüzünden de dayak yiyen konumuna kadını koyuyor. Bir insanı dövmek için her zaman bir sebep bulunur ama kendini bilen insan dayak ile cezalandıran konumunda olmaz. Bizim toplumumuzda önce ailede başlaması temennisi ile özellikle okullarda ilköğretim çağındaki çocuklarımıza bu farkındalık eğitiminin zorunlu olması gerekiyor.
Çok ama boş konuştukça, içi dolu söylemler noktasında da eyleme geçilmedikçe cehalet bitmeyecek. Cehalet oldukça da bu şiddet ve ölümler devam edecek ne yazık ki.