Rize’yi her ziyaretimde köy ve yaylalarda kapanmaya başlamış olan “orman içinde ya da bir dağ eteğinde” bulunan eski “köy ve yayla yollarında” yürümeyi çok severim.
Doğrudur; geniş yollarda arabayla yol alan insanların, çamurlu, dar ve orman tutmuş bu eski yollardan yürüyenleri anlaması hiçte kolay değildir.
Yıllarca bu yollardan yürüyenler ne demek istediğimi anlamışlardır.
Bu “zor yollardan yürüyenler” bir şeyi daha çok iyi bilirler.
Sarp, kayalık, çamurlu orman içinden meşakkatle yürünen bu yollar insanı daha dirençli bir şekilde hayata hazırlar!
Bu yollardan yürüyenler hiçbir zaman “yolu bitirmeyi başaramayacağım” diye düşünmez.
Yola çıkarlar ve yolu bitirirler!
Zira ;“kendine inanan ve güvenen insan”, yolunun önündeki engellerin bir kısmını bu olumlu düşüncesi ile zaten baştan aşmıştır.
Karadeniz coğrafyasında doğan insanın, ölüm gelinceye kadar “hayat çizgisinin” şekillendiği serüvenin adıdır aynı zamanda bu yollar!
Onun için hiç durmadan yürünmeyi gerektirir.
Her insanın maddi ve manevi olarak bir yolu vardır.
Yirmi yıllık, elli yıllık yolu olan da var, on yıllık ve seksen yıllık yolu olan da; kusursuz yapılmış taş döşemeli, asfalt yolu olan da, daracık, çamurlu orman yolu olanda!
Bu yolculukların değişmeyen tek kuralı; bu yollardan hakkıyla yürüyemeyenin “hayat yolculuğunda” sınıfta kaldığıdır!
Benim gibi köyde doğup ilkokul çağına kadar araba yolu görmeyen insanların “yollara özel bir anlam yüklemesi” anlaşılır olmalı!
Biz, bazı yerlerinde, ancak bir ya da iki kişinin yan yana yürüdüğü bu yollarda;
Yayan yürüyerek komşu köydeki “okula gittik”,
Komşu köylerden gelin alıp “Düğün Alayları” ile bu yollardan köylere geri döndük,
Vatan görevi için “asker ocağına” giden gençleri bu yollardan uğurladık,
“Çimen ve odun eğratluklarını” bu yollar sayesinde kolaya çevirdik,
En muhteşem “kara kovan balı” için meşelere bu yollardan gittik,
“Yayla Göçlerine” ineklerle ve katırlarla birlikte bu yollarla gittik,
Bu yollardan “Behur Yolculuklarına” hep birlikte yürüyerek yaylalara ulaştık,
Büyüleyici “Kaçkar Dağlarının” zirvelerinde bu yollar vasıtasıyla gezindik,
Bayramlarda “Ğaçıkoğlunun ve ya Miktadın Bakkalına” koşarak bu yollardan gittik,
Cenazelerimizi omuzlarımızda bu dar yollardan “mezarlıklara” kadar taşıdık,
Derelerin üzerinde yapılan “kemer ve ahşap köprülerden” bu yollardan gelip geçtik,
“Kestane, merağağuk, joğ” toplamak için ormanın derinliklerine bu yollardan ulaştık,
Yaşadığımız en güzel “yol hikâyelerini” köy odalarında hep birlikte anlatarak yıllarca yâd ettik.
İnsan eli ile yapılan bu yolların görüntüsü dışarıdan bakanlar için elbette çok güzeldir; ama her şeyden önce insanın "ruhunu terbiye" eden bir tarafının olduğunu da unutmamak lazımdır!
Eski insanlar; “önce yoldaş sonra yol” sözünü boşuna dememişlerdi.
Çünkü yolun güzelliği birazda yoldaşın güzelliğinden gelir.
İnsanın ruhunu terbiye eden bu yollardan; size değer veren, yürüdüğü yolunda kıymetini bilen insanlarla sohbet ederek yürümek, muhteşem ötesi bir huzur verir yoldaşlara!
Yollar bizim kültür ve geleneğimizde o kadar önemli yer tutar ki, onlarca türkümüze de konu olmuştur.
O türkülerden birisi şöyledir;
“Oy duman kara duman, kalk sana yollarımdan
Düştüm yoldan altına da tutsana kollarımdan…”
Bir başka türkümüz “Senozun Tezenesi” Sinan Akçal Ağabeyimize ait olan “Çıkamam Yokuşları” türküsüdür;
“Çikamam yokuşlari oy
Yoktur dizumun feri
Dersun yukum ağirdur oy
Hani yuzunun feri…”
Sözleri Türk Halk Müziği Sanatçısı Özlem Üngör’e ait olan “Yollar Çimen Bağladı” türküsü şöyledir;
“Yollaruna bakmaktan
Gözümde fer kalmadi
Ne gelen var ne giden oy
Yollar çimen bağladi oy…”
İnsan eliyle yapılan bu yolları aynı zamanda coğrafyamızda yaşayan yabanı hayvanlarla birlikte kullandık asırlardır.
Bazen bir kurt izini bazen bir ayı bazen de bir dağ keçisinin ayak izlerini takip ederek bu yollardan yürüdük, gideceğimiz yere ulaştık.
Bu yolların zor ve meşakkatli olması, yolların hatıralarıyla birlikte güzel olmasından dolayıdır.
Zaman zaman “yolumuzu şaşırıp kaybetsek de”; şükür ki, daha önce bu yollardan gelip geçen büyüklerimiz “doğru yolu bize göstermişlerdir!”
Sezai Karakoç’un; “… Taşların kalp atışlarını duyanlar, yalnız onlar okur benim söylediklerimi…” ifadesinde ki manayı kavrayabilenler ancak; bu hayatta “her şey yoldur” düşüncesini anlamlandırabilirler!
Onun içindir ki; “yola dair” yazmaya çalıştıklarımı kavrayabilenler ancak bana hak verebilirler!
Asırlardır ömrü bu yollarda geçen insanların duygularına tercüman olmak niyeti ile bu makaleyi yazmak için yola çıktım!
Artık ormanın içinde ya da bir dağ başında kıvrım kıvrım uzayıp giden “yaya yolları” yok!
O yolların birçoğu kapandı, birçoğu ise üzerine ayak basılmaya basılmaya çimen bağladı!
Bütün bunlara rağmen bu yollarda “aynı hevesle” yürüyen/ yürümeye hevesli insanların varlığından haberdarım.
Ben ise her memleket ziyaretimde “makinelerin” yaptığı yollardan saparak insan eli ile yapılan yollarda yürümenin keyfini ve huzurunu “şimdi çimenli yolda yürümek “ zamanıdır diyerek ölünceye kadar yaşayacağım.
Bu yüzdendir ki; yürümeye yürümeye “çimen ve orman bağlayan yollarda” yürürken, her defasında sessizce bu yollardan helâlleşmemi sadece kuşlar, arılar, böcekler, yapraklar ve çiçekler duysun isterim.
Bu yollardan yürüyenlerin bir daha bu yolları tercih etmeyeceğini bile bile “asırlar öncesine” seslenirim ve usulca bu yolların gönlünü alarak derim ki;
Günümüz insanı için yollar ikiye ayrıldı; birisi “geçmişi özleyenlerin yolu” diğeri ise “özleyenleri umursamayanların yolu!”
Bundan sonrada geçmişi özleyerek ve bulduğum her fırsatta; “çimen bağlayan ve yokuşu olan yollardan” o yoların gönüllerini de alarak yürümeye devam edeceğim.
Çünkü ben bu yollarda eski güzel günlerin “ayak izlerini” aradığımın bilincindeyim!
Ve bu arayışımın; birçoğunuz için beyhude bir çaba olduğunu bile bile arıyorum o yollarda ki geçmişin “ayak izlerini!”
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…