Yazıya başlarken, ismini bana veren rahmetli dedem gibi sülalemde de birçok hocanın (imamın) olduğunu ifade etmek isterim.
Cami’deki ilk hocam rahmetli dedemdi, daha sonra Şaban ağabeyim ve merhum Temel ve Adnan ağabeylerimden de köyümüzdeki camimizde Kuran-i Kerim dersleri aldım.
Daha yazımın hemen başında bu bilgileri vermemdeki neden; “niyet okuyuculuğu” yapacak olanlara erken bir hatırlatmadır!
Yakın akrabalarımdan, komşularımdan, arkadaşlarımdan “Cami İmamı” olan onlarca kişinin olduğu şerhini de düşerek; hoca kisvesi altında ipe sapa gelmez konuları, yerlerde sürünen bir üslupla din diye anlatan kişilerle ilgili makalemi yazabilirim diye düşündüm!
Daha yazımın başında şu tespiti rahatlıkla yapabilirim.
Bugün eleştirdiğimiz hocalardan tarih boyunca da çok vardı fakat, onlar bu kadar fütursuz değillerdi!
Tabii birde şu durum var; dün iletişim imkânları sınırlı olduğu için hocaların hitap ettiği kişilerin sayısı sınırlıydı, bugün ise televizyonlar ve sosyal medya vasıtası ile görünür olan hocalar daha geniş halk kitlelerine rahatlıkla ulaşabilmektedirler.
Bugünkü Türkiye’de dini hayatımızı neredeyse sıradanlaştıran, söylemleri ile komediye dönüştüren hoca kılıklı birçok kişi sosyal medyadan cami kürsülerine kadar her yeri ellerine geçirmiş at oynatmaktadırlar!
Özellikle sosyal medya, ipe sapa gelmez görüşlerini vaaz diye anlatan sahtekârların resmigeçidine dönüştü!
Bu kişilerin; ne Kuran bilgileri, ne tarihi bilgileri, ne hadis bilgileri, ne edebiyat bilgileri- sosyolojik bilgileri vardır, ne de ahlak ve edebe dair duruşları vardır!
Ahmet Hamdi Tanpınar’la ilgili yazdığım bir makalede, öğrencisi merhum Prof. Mehmet Kaplan’ın “Yavaş yavaş aydınlanan Tanpınar” isimli kitabından çok yararlanmıştım.
Kitabın bir yerinde, Tanpınar’ın muhteşem bir tespitine yer verir Mehmet Kaplan Hoca;
"Cahil yobazların vaazı, bizi dine götürmez. Onun en halis kaynaklarını Yunus Emre'nin şiirlerinde, Mimar Sinan'ın abidelerinde, Îtrî'nin bestelerinde bulabiliriz. Onlar bize güzellik duygusuyla beraber, din duygusunu da aşılar. Fakat evvelce de söylediğim gibi, bu duyguya ancak kelimenin, taşın, sesin arkasındaki insanı bulmak suretiyle ulaşılabilir..."
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tespitlerinin ne kadar doğru olduğunu ve dün olduğu gibi bugünde geçerli olduğunu gelin hep birlikte test edelim.
Testin aktörleri; hepimizin gözüyle gördüğü, kulağıyla ışıttığı, yazımızın konusu olan “kaba softa ham yobaz” hocaların söylemleridir.
Yazı boyunca isimlerini vermeyeceğim fakat, kim olduklarını hepimizin çok iyi bildiği, buraya almayı uygun bulduğum (birçoğunu yazmaya elim gitmedi) hoca kılıklı, din sömürücü olan ahlak fukarası kişilerin din diye anlattıkları hezeyanlarından bir kaçı şunlardır;
Cennette, Hz Meryem ile Hz Muhammed’e nikâh kıyılacak.
Kuran Müslümanlığı demek zındıklıktır!
Oruç tutmamanın cezası sopalama. Evet dinde zorlama vardır.
Cariyelerle ilişkide nikâh şartı aranmaz.
Allah ile konuşarak depremi engelledim.
Tokalaşmak şehvet uyandırır.
Jiletle traş olmayın.
Kadın sesi haramdır.
Dışarıya şekil olsun diye peruk takmak net haramdır.
Cennette sabah kahvaltısı 70 sene sürecek.
Bu kişiler yıllardır gözümüzün önünde kürsüde ya da sosyal medya ağızlarına ne gelirse “salya sümük” konuşuyorlar.
Üstelik “Türk Kültür ve Geleneğinden” bir haber olan bu insanlar tam bir “Arap Misyoneri” gibi taraftarlarına sözde “din bilgileri” anlattıklarına inanıyorlar!
Bugün Türk Yurdunda “Arap kültürü” baskın bir kültür oluşmaya başlamışsa bunda en büyük pay sahibi, Türk Kültür ve Geleneğinden uzak yetişen, yetiştirilen, din tahsili alan hocalardır!
Giyimlerinden, konuşmalarına, yedikleri içtiklerine kadar yaptıkları her eylemi “İslam Dininin” kendisidir diye anlatan bu kişiler; söylediklerinin büyük bir kısmını, okumayan, sorgulamayan geniş halk kitlelerine kabul ettirerek “Arap Misyonerliği” yapmaktadırlar!
Büyük Dedem merhum “Ahmet Feyzi Okumuş”, Rize-Çayeli Senoz Vadisi Uzundere Köyünden 1800’lı yılların sonuna doğru kalkıp Osmanlı Devletinin Başkenti İstanbul’a ilim öğrenmeye gitti.
Tam üç ilmi saha da tahsil gördü. Fatih Medreselerinde Din Hocalığı, İstanbul Üsküdar Kız Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği, Rize-Pazar İlçesinde Hâkimlik yaptı.
Sonra köyüne geldi çevresini okumaya teşvik etti, Rize Bölgesinin camileri için hutbeler kaleme aldı. Evine çeşitli alanlarda ders almaya gelenlere ders verdi.
O kişilerden biriside, daha sonra Rize Milletvekili ve Bakan olan merhum İzzet Akçal’dır.
Merhum İzzet Akçal, Ahmet Feyzi Hocadan iki kış Fransızca dersi aldı.
Bir asır öncenin aksine, 21. yüzyılda bir cemaatin hocası çıkıp göğsünü gere gere “iyi ki okumamışım, okuyup ne olacak ki?” diyebilmekte ve milyonlarca takipçisi tarafından “ey hoca ne diyorsun sen” diye uyarılmamıştır, bilakis “hocanın bir bildiği var” denilerek susulmuştur.
Maalesef bu din tüccarlarının yüzünden “İslam Dinini” kendi kaynağından tembellik edip öğrenmeyen insanlar dinden soğudular. Bu yüzden deist ve ateistlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başladı diye kamuoyunda bir algı oluştu. Gerçi, İslam Dininden dönenlerin sayısının çok fazla abartıldığını düşünsem de böyle bir gerçekle karşı karşıya olduğumuz inkâr edilemez.
Çok önemli gördüğüm bir meseleye de değinmek istiyorum.
Önüne gelen, tarikat şeyhi Allah’tan vahiy aldığını ima eder durur.
Gözümüzün içine baka baka yalan söyleyerek gaipten haber aldığını iddia eden şarlatanlara verilecek cevabımız şudur;
“Son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) gelmiş ve ahrete göçmüştür.”
Başka bir Peygamber gelmeyecektir.
Gayb ise sadece Allah’ındır ve gaybı bilen sadece O’dur.
Bu nedenledir ki; Müslüman çok uyanık olacak, okuyacak, araştıracak ve sorgulayacak.
Büyük resmi görmek her Müslüman’ın boynunun borcudur!
Nurettin Topçu’nun konferans ve dergi yazılarını “Yarınki Türkiye” adı altında kitaplaştıran İsmail Kara ve Ezel Elverdi, Türk Düşünce Dünyasına çok önemli bir eser kazandırmışlardı.
Nurettin Topçu 9 Aralık 1961’de Eminönü Öğrenci Lokalinde verdiği “Felsefe ve Cemiyet” başlıklı konferansında, “İnsan, düşünen varlık olduğu için filozoftur. İlk insan kendi felsefesini yapmıştır…” dedikten sonra konferansının ileriki saatlerinde bugünkü cemiyeti de ilgilendiren çok önemli bir tespitte ve uyarıda bulunmuştur.
“Felsefe dini inanışlarımızın da üstadıdır. O olmazsa din adı altında halka sunulan her efsaneyi dini inanış yaparız. İbadet hareketleri yapan herkesin din adamı diye arkasından gideriz. Daha mabedlerini bir gulgule ticarethanesi olmaktan kurtaramayan adamların telkinlerine kıymet veririz…”
Allah’a doğru ilerleyen irademize suikast yapıldı.
Bu metinden anlaşıldığı üzere, giriş cümlemde ifade ettiğim gibi bu mesele bugünün meselesi değildir. 1961 yılında merhum Nurettin Topçu, konuyu konferansla cemiyete anlatmaya çalışmış. Bir paragrafını aldığım konferansın tümü kitapta mevcuttur.
Nurettin Topçu’nun yazıları “Yarınki Türkiye” adı altında toplanmış, dünkü Türkiye’den bize haber vermeye devam ediyor.
Bende merhum Nurettin Topçu’ya haddim olmayarak nazire yaparak “Bugünkü Türkiye”’nin “din bezirgânları” eli ile hepimizi derinden üzen ve kaygılandıran “dini konularda” geldiğimiz noktayı yazmaya gayret ettim.
Konu çok derin fakat, biraz daha uzatırsam, uzun diye okuyanımız çok az olacağından, makaleyi burada nihayetlendiriyorum!
Son söz, Müslümanları uyaran ibretlik bir ayet olsun.
Allah’ımız, Kuran-ı Kerim’in Kehf Suresi 26. Ayetinde buyuruyor ki;
“O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.”
Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…