28 Şubat süreciyle ilgili yapılan analizlerin, konuyu bütün detaylarıyla aydınlatmada yetersiz kaldığı görülmektedir. Söz konusu sürecin, Refah Partisi’nin iktidara gelmesiyle başladığı veya onu iktidardan düşürmek için bu hareketin yapıldığı görüşü doğru değildir. RP’nin iktidara gelişi de projenin bir parçası gibi görünmektedir. Bu konudaki ayrıntılara geçmedenönce, 1990’lara gelene kadar yaşanan tarihi süreci kısaca hatırlatmakta yarar vardır.

         İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan dengeler, dünyayı iki kutuplu bir soğuk savaş atmosferine götürmüştü. Mücadelenin temel alanlarından biri, Sovyetler Birliği’nin güneydeki sıcak denizlere inmesini önlemekti. Bu çerçevede Batı ittifakı, Türkiye, İran ve Pakistan’da sosyalist devrimler meydana gelmemesi için, bu üç ülkede İslami eğitimi ve dini grupları desteklemiştir. Bu olguya “yeşil kulak projesi” adı verilmiştir.

Bu dönemde Türkiye’de İmam-Hatip Liseleri’nin sayıları artırılarak ülke sathına yayılmaları sağlanmıştır. En fazla İmam-Hatip Lisesi açan siyasi liderin, liberal Batılı değerleri temsil eden Süleyman Demirel olması önemlidir. Demirel tarafından açılan İmam-Hatip Lisesi sayısı 300’ün üzerindedir.

1990’lı yılların başına gelindiğinde, Sovyetler Birliği dağılma eğilimine girmiş ve 1991 yılı sonunda fiilen ortadan kalkmış, Batı dünyası, yeşil renkle simgelediği “fundamentalist İslam”ı yeni düşman olarak ilan etmiştir.Yeni düşman tanımlamasına karşılık, “yeşil kuşak” projesiyle İslam’a yönlendirilen ülkelerde, aynı eğitim sistemi uygulanmaktaydı. Türkiye’de dönüşüm ve değişimler, (şimdiye kadar) ancak darbe dönemlerinde yapılabildiğinden, ya darbeye muhatap olması veya yarı darbe türü bir ara rejime yönlendirilmesi öngörülmüştür.Türkiye’de değişim sağlanması için, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi’ne yapıldığı gibi,önce Erbakan liderliğindeki Refah Partisi iktidara getirilecek, sonra sistemin değişmesi için müdahalenin önü açılacaktır.

Refah Partisi’nin iktidara gelebilmesi için gerekli maddi kaynak, Kaddafi’nin Rusya ile savaşan Çeçen Komutanlara gönderdiğibir parti yardım parasına el konularak aşılmıştır. İddialara göre, Kaddafi’nin 5’er milyon dolarlık partiler halinde gönderdiği yardımlar, Refah Partisi kanalıyla Çeçen savaşçılara aktarılmaktaydı. Bu paranın Refah Partisi tarafından kullanılması; Çeçenlerin Rusya’yı yenmesinin mümkün olmadığı, ama bu kaynakla Türkiye’de iktidarı kazanmanın sağlanabileceği düşüncesine dayalı olmalıdır. Kaddafi’nin muhtemel tepkisi ise, “Başbakan” sıfatı elde edildikten sonra yapılacak bir ziyaretle hafifletilebilirdi.

24 Aralık 1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde Refah Partisi’nin iktidara gelebilmesi için, her türlü propaganda imkânını kullanması ve insan kaynaklarından geniş ölçüde yararlanması sağlandı. Bütün meydanlar, elde edilen geniş mali imkânlarla RP bayrak ve flamalarıyla süslendi. İmam-Hatip Liselerinin ve Kur’an Kurslarının önünden Refah Partisi mitinglerine otobüsler kalktı. Seçim öncesinde RP tabanının yaşadığı özgürlükler, AB standartlarının da üzerine çıkmıştı.

MHP’den aday yapılan Cumhuriyet eski Başsavcısı Nusret Demiral,yaptığı açıklamalarlaezanın Türkçe okunmasını talep etti.Artık CHP’nin bile savunmadığı bu yaklaşımla, MHP’nin muhafazakâr seçmeni Refah Partisi’ne yönlendirilmiş oldu. MHP o seçimde barajın altında kaldı, RP ise %21’in üzerinde oy alarak birinci parti oldu.

RP’nin ANAP ve DYP ileyürüttüğü görüşmeler sonucu, Erbakan ve Çiller’in aynı sürelerde Başbakanlık yapması koşuluyla 28 Haziran 1996′da RP-DYP koalisyon hükümeti kuruldu.Erbakan bu şekilde başbakanlık koltuğuna oturmuş oluyordu. Türkiye’de, Ordu’yu bir müdahaleye yönlendirebilmenin gerekçesi olarak öngörülen ilk adım bu şekilde atılmıştı. Bundan sonra, daha önce toplanmış olan malzemeler medyaya servis edilecek, çeşitli mizansenler düzenlenecek, basit yalanlar onlarca defa tekrarlanarak doğru imiş gibi halkın kafasına sokulmaya çalışılacaktı.

Erbakan’ın başbakan sıfatıyla Libya’ya yaptığı ziyaretin yankıları herkesçe malumdur. Kaddafi teamüllerin aksine, görüşme öncesinde bir basın açıklaması yaparak şöyle diyordu: “Benim dünyanın çeşitli bölgelerinde İslam için savaşan komutanlarım vardır. Erbakan’da benim komutanlarımdan biridir.” Açıklamadan önce görüşme imkânı olsaydı, muhtemelen; ‘Çeçenlerin bu savaşı kazanma şansı yoktu, ama bak biz Türkiye’de iktidara geldik’ savunması yapılacak ve Kaddafi yumuşatılacaktı.

Bir ara TV5’te tartışma programı sunan yazar Yusuf Kaplan, Erbakan’ın tek başına iktidara gelmesi halinde Cezayir’deki gibi darbe yapılacağını önceden anladığını iddia etti. Yazar’a göre Erbakan, seçimin son bölümünde kendi tabanına yönelik bilinçli mesajlar vererek fazla oy almayı engellemiş ve koalisyon hükümeti ile iktidara gelmeyi tercih etmişti.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu görüş yaşanan gerçeklikle uyuşmamaktadır. Önceden hazırlanmış darbe komplosu için iktidara yönlendirildiğini tahmin eden bir lider:“Geçiş dönemi yumuşak mı olacaksert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak…” diye beyanat verir mi?Daha seçim öncesinde darbeye hazırlık tahmini yapılabilseydi, darbecilere fırsat vermemek için; tabanın aşırı çıkışları, fanatik beyanları denetim altına alınmaz mıydı? Bunlar yapılmadığına göre, ifade edilen husus, yaşananların sonradan doğru biçimde yorumlanması olarak kabul edilebilir.

28 Şubat dış kaynaklı bir operasyon olmakla birlikte, içeriden de destekçiler ve gönüllü müdahaleciler bulmuştur. Ancak, söz konusu destekçilerin önemli bir kısmı, çeşitli operasyonlarla yönlendirilen kitlelerden oluşmaktaydı.Bu operasyonlar arasında, laiklikle ilgili duyarlığı yüksek yazarların katledilmesi başta gelmektedir.

Türkiye’de dindar insan yetiştirmeye yönlendirilmiş sistemin değiştirilmesi düşüncesi, 1985’te Sovyetler Birliği’nde iktidara gelen Mihail Gorbaçov’un soğuk savaşı bitirme hamleleriyle ortaya çıkmıştır. Eski düşmanın sahneden çekilmesi, yeşil kuşak projesinin sona ermesini beraberinde getirmiştir. Türkiye’de yeni döneme uygun değişimi gerçekleştirecek harekete taban oluşturabilmek için, kamuoyunu İslam karşıtlığına yönlendirecek operasyonlar yapılmaya başlanmıştır.

İşlenen cinayetlerin arka arkaya olması, kamuoyunu sürekli canlı tutmayı amaçlayan bir stratejinin parçası olduklarını göstermektedir. 31 Ocak 1990 tarihinde Muammer Aksoy, 6 Ekim 1990’da Bahriye Üçok ve 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu öldürülmüştür. İlk ikisinde olduğu gibi, Mumcu cinayetinde de, kamuoyu cinayeti irtica yanlılarının işlediği şeklinde yönlendirilmiştir. Mumcu’nun cenazesinde “kahrolsun şeriat” sloganlarının atılması yönlendirmeyi açıkça göstermiştir. 30 Aralık 1994’teki Onat Kutlar suikastı ve21 Ekim 1999’da Ahmet Taner Kışlalı’nın katledilmesi de aynı sürecin devamı gibi görünmektedir.

27 Mart 1994 seçimlerinden önceSHP, DYP ve MHP’nin katılımıyla, Taksim’de bir “laiklik mitingi” yapıldı. Çiller’in eski danışmanı Hüseyin Kocabıyık’a göre, laiklik bağlamında bir araya gelemeyecek bu üç partiye laiklik mitingi yaptırılması, derin bir yapılanmanın etkisiyle olmuş ve 28 Şubat sürecinin başlangıcını oluşturmuştur.

Türkiye’yi yönlendirmek için bunca operasyon, suikastve cinayet nasıl gerçekleştirilebilmiştir? Türkiye, dış kaynaklı operasyonların kolayca yapılabildiği, kendi toprakları üzerinde gücü ve iradesi sınırlı bir ülke konumuna nasıl getirilebilmiştir? Bu dönemde, yabancı strateji uzmanlarının Türkiye için yaptıkları bir tasvir, konuyu önemli oranda açıklamaktadır: “Türkiye satranç tahtası üzerinde çok önemli bir konuma sahiptir, ama kendi iradesiyle hamle yapamamaktadır.” İşte Türkiye’nin dış güçler ve içerideki ortakları tarafından, yabancı menfaatler doğrultusunda yönlendirildiği ortam bu ortamdır.

Yabancı tasarımların uygulayıcıları, 28 Şubat sürecinde ülke içinde “irtica” diye bir iç düşman tasavvur ettiler. O dönem anlayışına göre Devletin en yüksek karar organı olan MGK’da kararlar alıp, devlet aygıtını dindar halkın üzerine yönlendirdiler. Yıllarca Cuma ve teravih kılınan camilerin önünde polis otoları bekletildi. Başörtülü kızlar, sözde iç düşmanın somut unsurları olarak görülüp, itilip kakıldı ve mağdur edildi.

28 Şubat’ta yaşananlar Türk milletini derinden yaralamıştır. Türkiye, millet iradesine dayalı gerçek bir demokrasi oluşturma sürecini başarıyla devam ettirmelidir. Millet iradesini hiçe sayan sistem dışı müdahalelere kapılar sıkıca kapanmalıdır.