Gönül istiyor ki, zaman insanı mutlu kılacak bir biçimde hayat bulsun…
Ama mutlulukları gölgeleyen musibetler hayatımızın her döneminde var olmaya devam ediyor maalesef!
Herkes herkesle alakalı ne düşünüp hangi niyeti taşıdığını bir tarafa koyarak ölüm karşısında hepimiz aynı yöne bakmayı insani bir gereklilik olarak görüyoruz!
Nasıl ki yaşamı devam ettirmek bunun için çaba göstermek insanın doğasında mevcutsa, ölüm de “asıl olana” erişme yolunda hayatın son basamağı olarak yerini almıştır!
Hepimizin malumudur ki; insan, madde ile ruhun sentezinden ibaret bir varlıktır.
İnsanımızı yalnızlıklardan ve acılardan uzaklaştırmak için teselli etmek hepimizin borcu olmalıdır.
İnandığım gerçek şu; acısı olan insanları yalnızlık ve kimsesizlik duygusundan kurtarmak diğer insanların birinci vazifesidir!
Sizlere bu köşe aracılığıyla, yaşanmış güzel hatıraları anlatmaya gayret ettiğim gibi, musibetler karşısındaki duruşumuzu da hissettirmek boynumuzun borcudur!
Genel anlamda ülkemizde yaşadığımız karamsar tablodan başka, son günlerde yaşadığımız acılar, hepimizi derinden üzmüştür.
Her kaybettiğimiz yakın uzak dost ve akrabalarımız bize ölümü iliklerimize kadar hissetirirken, ölenlerin yakınlarını daha çok sarsmıştır.
Ölen insanlarımızın acılarını “ortak acı” duygusuyla hisseden her bir insana gönülden teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Bu yazıyı bana yazdıran “ölümler”, en yakın dostlarım vesilesi ile olunca, yazmaya çalıştığım bu köşe yazısını boğazım düğümlenerek yazdığımı ifade etmeliyim!
İnsanda ki ruhi hayatı oluşturan ilk önemli etken çocukluk devresine ait olduğu hepimizin bildiği ve inandığı bir gerçektir. Çocukluk devresinde yaşadığımız olayların izleri kolay kolay silinmez ve biz hangi yaşta olursak olalım sürekli çocukluğumuza yolculuk yaparak hatıralarımızı yad ederiz.
Geçen yıl yakalandığı “kanser belasından” kurtulamayarak Hak’kın rahmetine kavuşan sevgili sınıf arkadaşım, çocukluğumuzda mahalle de oyunlar oynadığım ve bana “Apuli” diye hitap eden Namık Tüysüz dostumu kaybetmek beni derinden yaraladı.
İnsan yaşarken baz şeylerin farkına varamadan nefes alıp verme yanlışına düşüyor. Belki de en yakın dostlarımıza “ölümü yakştıramadığımız” için, hastalık sürecini biraz korku ve biraz da endişeli şekilde takip etmeye ve aslında “unutmaya” çalışıyor insan!
Namık kardeşimin vefat haberini alınca aklıma gelen düşüncelerim böyleydi!
Namık kardeşimin acısı daha tazeyken aynı sınıfta okuduğum bir başka dostum olan sevgili Ali Kar kardeşimin biricik evladı Kurban Bayramımızı hüzne dönüştüren bir trafik kazası sonuzu Hak’kın rahmetine kavuştu.
Daha 22 yaşında hayat dolu, geleceğe dair idealleri olan ailesinin biricik evladı Hakan yeğenimi kaybetmek hepimizi derinden yaraladı. Bu erken ölüm karşısında insanı teselli edecek çok fazla şeyimizde yok aslında!
Yaşadığımız acıları bertaraf etmek için en büyük kurtarıcımız “inancımız” ve “imanımızır”
Bu yaşadığımız acılar elbette dünya hayatının bir gerçeği bundan kaçışımız yok!
Hayat bize özellikle der ki; “görün iyice görün” benim gerçeğimi?
Ve hayatınızı; çevrenizle, akrabalarınızla, dost ve arkadaşlarınızla yaşarken ona göre düzenleyin ve ölümü unutmadan hayatınızı devam edin!
Bu gerçeği kavrayabilek insan olarak bizim en çertefelli imtihanımızdır.
Ölüm karşısında ki; “acılarımız” ve “kederlerimiz” de ortaktır.
Sevgili Namık Kardeşime Allah rahmet eylesin; mekanı cennet olsun inşallah.
Sevgili dostum Ali Kar’ın başı sağ olsun; Allah dostuma dayanma gücü ve metanet versin.
Kaybettiğimiz değerlerimizin Ailelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…